Askerî darbe, bir ülkenin kendi ordusu tarafından işgal edilmesidir.

Askerî darbe, bir ülkenin kendi ordusu tarafından işgal edilmesidir. İnsanlar bunu fark etmez, işgalci de kendileriyle aynı dili konuştuğu için. Ama, arada dil farkı varsa, bayağı kolaylaşır işgalin farkına varmak; hele bir de kendi dilleri işgalci tarafından yasaklanırsa… İnsanlar, tabiî ki, işgalciye karşı tavır alır. İşgalci kendilerine karşı kıyıcı olduğu ölçüde kendileri de kıyıcılaşacak, karşı koymada kim en kıyıcıysa onun etrafında toplanacak, onun hedeflerine odaklanacaklardır; ki, bu da, daha az kıyıcı/şiddet yanlısı olan toplaşmaların çözülmesi, etkisizleşmesi, eriyip gitmesi sonucunu verecektir.

PKK’nın, otuz-kırk kişilik ve solculuğu Kürtlüğüne ağır basan bir örgüt iken, etnik bir kitle hareketine dönüşüp, bölgesel de olsa devlete alternatif bir yapıya kavuşması, işte böylesi bir süreç çerçevesinde gerçekleşmiştir: PKK, 12 Eylül faşizmine karşı kitlesellik kazanmış, beslendiği/dayandığı kitle dışarıdan ithal ve/ya da dışarıda mukim olmadığına göre de tam tamına bir Türkiye hareketidir. Mücadelesi, açık amacının bağımsız bir Kürdistan kurmak olduğunu ifade ettiği dönemde de, Türkiye’ye ve Türklüğe değil, esas olarak 12 Eylül’ün getirdiği rejime karşı ve özel olarak Kürtler’e özgü ayrıcalıklar elde etmekten çok, genel olarak her cumhuriyette var olması gereken asgarî vatandaşlık haklarının teslim ve tesis edilmesi yönünde olmuştur.

Türkiye’de öylesine faşist bir rejim vardır ki, bu gün bile yukarıdaki sözlerimizi terör örgütünü övmek ve desteklemek olarak değerlendirip aleyhimizde dava açmaya soyunacak savcıların bulunduğu kesindir. Çok değil, daha birkaç sene önce, ‘apolitizasyon’ (siyaset dışılaştırma) kelimesini kullandı diye Fikret Başkaya hakkında dava açılmıştır, ‘Apo’nun propagandasını yaptığı ithamıyla. Öcalan’a ‘sayın’ dedi diye de insanların yargılanıp ceza aldığı bir ülkeyizdir hâlâ. Tabiî bir de, Ogün Samast’tan önce  yargılanıp cezalandırılması, ancak bundan da önce okuduğunu anlamaktan aciz olmalarından dolayı, ilkokul da dahil bütün diplomalarının geri alınması, anlayanlara (bilirkişi heyeti) kulak asmadıkları için de meslekten men edilmesi gereken birileri vardır ki, onlar da, Hrant Dink’i Türklüğe hakaretten mahkûm edenlerdir; tabiî cinayetin gelişini adım adım izleyen, belki de önünü açanları, sonra da bunların ortaya çıkartılmasını engelleyenleri unutmadan.

Burada tekraren ve de altını çizerek belirtelim ki, terör örgütü diye bir örgüt türü yoktur ki, PKK da terör örgütü olsun. Terorizm bir eylem biçimidir; yani, insanları dehşete düşürüp sindirmeye/yıldırmaya dayanan bir araç, bir yol; yoksa, kendi başına bir amaç değil. Çeşitli örgütler, bu arada da en başta devletler, teröre, yani insanları yıldırıp hareket edemez/mefluç hâle getirme yoluna baş vururlar. 12 Eylül döneminde 1402 uygulamaları, şimdi de Doğan grubuna getirilenler misali çok yüksek para cezaları; millet ‘benim de başıma gelir’ korkusuyla ayağını denk alsın, pısıp sinerek sanki kendisi hiç yokmuş gibi yapsın, yazacağını yazamaz, çizeceğini çizemez, söyleyeceğini söyleyemez, yapacağını yapamaz hâle gelsin, kısacası bir özne olarak var olmaktan vaz geçsin diye.

Terör örgütü/terörle mücadele, devletlerin, istedikleri gibi haydutluk yapmalarına getirilmiş hukukî kılıf; suçu da, cezayı da fiilden koparıp, içeriği itibariyle yasayla tanımlanır olmaktan çıkartmanın en ikiyüzlüce yolu: İnsanları öpüp kucaklamayı bile ‘terör suçu’na dahil edebilirsin, terör örgütü ilan edilen örgüt de “insanları öpüp kucaklayın” talimatı vermişti diye; hatta, sadece böyle olabileceği kanaati üzerine; yani, insanın ne yaptığından bağımsız olarak suçlanıp cezalandırılmasına imkan veren bir ‘haydutluk açık çeki’; dolayısıyla, tam bir ‘dehşet salma, terorize etme’ düzeneği…

Gerek ‘Ergenekon’, gerekse ‘KCK’ mezalimlerinde, insanlar henüz varlığı tespit edilmemiş bir ‘terör örgütü’nün üyesi olarak  -yargılanmıyorlar bile-  tutuklanıp peşinen cezalandırılıyorlar: Her iki dava da, mükemmelen birer ‘muhalif yıldırma’, yani terorize etme operasyonu; her ne kadar, başbakan Ahmet Kaya’yla Ahmede Hanî’den söz etti diye “işte, bu” deyip gözleri yaşaran ‘liberal-demokrat aydın’larımız olsa da, üstelik de Kürt.

Telefon/ortam dinlemeleri, en mahrem ses ve görüntü kayıtlarının internete düşmesi, suçlu ilân edilmeye/tutuklanmaya temel alınması, bunların her an herkesin başına gelebilirliği yüzünden herkesin “aman, başbakanı kızdırmayalım” korkusu içinde tir tir titreyerek kendi kendisini ‘yok gibileştirme’ye yönelmesi: Bunlar da AKP terorizminin mütemmim cüzleri; ama yine de “kahrolsun teroristbaşı Öcalan” ve “yaşasın ileri demokrasi”.