Kaidenin üzerinde yükselen hiçbir şeyi sevemedim. Yan yana duran, aralarında dolaştığım şeyleri sevdim en çok; dokunduğum, bana dokunan, birlikte yürüyebildiğimiz, yürürken birlikte düşünüp dönüşebildiğimiz. Her kim ya da her ne olursa olsun, kaideye çıkıp yeryüzünün şeylerine tepeden bakmasını asla içime sindiremedim. Ne çok şey var oysa hayatta, aramızda dolaşırken, sonra kaidenin tepesine yerleştirip göklere çıkardığımız? Kaide, üzerine yerleştirileni çok geçmeden bir ikona dönüştürüyor. Biliyorsunuz, ikonlar sadece tapınmak içindir. Ve her ikon temsil ettiği şeyi göstermek yerine saklıyor. O yüzdendir ikonaklastların ikonları ya da luddistlerin makineleri kırmaları. Ikonlar ve makineler, parlak yüzeylerinin altında yeryüzünün yıkımını gizliyor. Ve kaideye yerleşip ikonlaşanlar, kaidelerini yitireceklerini anladıklarında, makineyi devreye sokuyorlar; birden sahnenin sağ üst köşesinden deus ex machina (makine tanrı) indiriliyor. Ve kaide olduğu yerde kalıyor. Iki eksenli bir dünyada yaşıyoruz ve eksenler algılarımızı belirliyor. Dikey eksene yerleştirilen her şey değer kazanırken, yatay eksende yan yana duran şeyleri ise değersiz olarak algılıyoruz. Ve değer verdiğimiz bir şeyi kaidenin üzerine yerleştirdiğimizde yeryüzünden giderek uzaklaşıyor.

Sorun, kaidenin kendisinde. Kaide, üzerine yerleştirileni bozuyor. Kaideye kim yerleştirilirse yerleştirilsin, yeryüzünden uzaklaştıkça yeryüzünün şeyleri gözünde değersiz böceklere dönüşecek, yeryüzü de aşağılık bir yere. Kaidenin üzerindeki, yeryüzünü sevmiyor, çünkü yeryüzünün kuvvetleri kaidesini durmadan aşındırıyor. Bu yüzden yeryüzünün dinamik kuvvetlerini toptan istisna olarak tanımlamış ve iktidar statiğinin yasasını kaidesine kazımıştır: “Istisnalar kaideyi bozmaz”. Ve o zamandan beridir istisnalar kaideyi bozmuyor. Yeryüzünün devinimleri, felaketler olarak algıladığımız devrimleri, dikey eksene yerleştirilmiş her şeyi alaşağı ettiğinde, çok geçmeden her şey eskisi gibi kaidelerin üzerinde yeniden yükseliyor. Egemenleri temsil eden anıtlar, heykeller toplumsal devrimler sırasında devrilse de kaidenin üzerinde yenileri yükseliyor. 1871’deki Paris Komünü sırasında halk tarafından yıkılan Vendome Sütunu, daha sonra yeniden yerine dikilmişti. Devrim yan yana duran ve yan yana durmayı bir yaşam biçimi olarak savunanlar tarafından yapılıyor, ama devrimden sonra değişen şey, kaidenin üzerindekiler oluyor. Ve istisna dedikleri, kaidenin olmadığı, yan yana durabildiğimiz ve birbirimize dokunabildiğimiz, yeryüzünün olağan hâlidir.

Anıtlar, egemen tarihin taşlaşmış hâlleri. Ve anıtlar, bir mekâna yerleştirildiğinde, mekânın zamanı da taş kesiliyor. Meydanlarda yükselen anıtların zamanı hep iktidarı gösteriyor. Oysa meydanlar, durmaksızın akan zamanın dere yatakları gibidir; sel sularının kim bilir hangi topraklardan getirdiği parçalar meydanlarda yeni karışımlar yaratabiliyor; iktidarın hiç hesaplamadığı tuhaf birleşmeler. Ön görülemeyen, rastlantısal karşılaşmalarla kendi biçimi üreten, değişimlere gebe döl yatakları. Ama anıtlar, mekânın anlamını sabitleyerek, meydanı olası başka okumalara kapatıyor. Anıtlar sayesinde iktidar meydanı kendi anlatısıyla doldurarak kısırlaştırıyor. “Siyasi iktidar mekâna hâkim olur ya da hakim olmayı amaçlar; anıtların ve meydanların önemi buradan gelir… ama şehirli yurttaşlar o anlamı ve hedefi başka yöne çevirir… mekânı kendilerine mal ederler” (Lefebvre, Ritimanaliz, Sel). George Floyd’un katledilmesiyle başlayan ayaklanmaların öfkesi, siyasi iktidarın mekâna hakim olmak için yerleştirdiği anıt-heykellere yöneldi. Ve şehirli yurttaşlar egemen anlamı saptırmak yerine, anıtları sökerek anlamı tamamen ortadan kaldırdılar.

Ama kaideleri hâlâ yerinde duruyor. Egemen tarih anlatısı anıtların yerinden sökülmesiyle değişmiyor. Kaideler, iktidar anlatısının yeniden boy atarak mekânı ele geçirmesini sağlayan filizlerdir. Ve iktidar tarihi, birbiri peşi sıra kaidelerin üzerinde yükselen ikonların tarihidir. Kaide, dikey ekseni değerli, yatay ekseni, yani yeryüzünü, yan yana durabilmeyi değersiz kılmaya yarıyor. Kaidenin kendisi istisnadır; yan yana durabildiğimiz, birbirimize dokunabildiğimiz olağan zamanları hatırlayın!