Dışarıda lapa lapa kar yağıyor.

Çalışma masamda bir fotoğraf duruyor. Genç bir adam, desenli bir kazak giymiş, gülümsüyor. Belki birazdan takip ettiği haberi yazacak, çay içecek, bir ağız vişne dolusu gülecek. Sonra deklanşöre basacak, o da ânı ölümsüzleştirecek. Oysa yaşamlar gerçeğin yakıcı teninde kavruluyor. Çünkü Metin artık yiyemez, içemez, kahkaha atamaz, koşamaz. Ama yirmi beş yıl önceki fotoğraftan hâlâ gencecik bakabilir. Bizim yaşlandığımızı anımsatarak… Ve kalbimizi kağıttan bir kayığa çevirebilir. Savruluruz öylece…

Metin bir şiirde nefes alıyor… “Ben hep gülümseyerek yaşadım dünyayı / gülümseyerek ölüyorum her gün sizlerle” diye bitmeyen vurdumduymazlığa isyan ediyor. Hep diğerkâm. “Bir gök olsun istedim yüzümde, mavi, bulutsuz. / Metin olmaktan başka şansı var mıydı, yoksulların / Ben oldum işte, oldum ve öldüm.” dizelerinden akıyor.

Mahmut Temizyürek’in sözcüklerinden bir hayat süzülüyor.

Metin gözaltına alındığı spor salonunda... O son bakışı aklımızda… Son sözü, “Ben gazeteciyim!” yüreğimizde yankılanıyor. Sonra, “Gazetecinin şüpheli ölümü” imzalı haberler dolaşıma sokuluyor. “Duvardan düştü, öldü…” diyenler utanç denizinde boğuluyor.

Ailenin, gazeteci dostlarının, avukatların ısrarıyla geniş kapsamlı bir soruşturma başlatılıyor. Ve ilk defa, bir gazetecinin gözaltında işkence sonucu öldürüldüğü kabul edilmek zorunda kalınıyor:

Dönemin İçişleri Bakanı, “Başta Göktepe’nin annesi ve ailesi olmak üzere Türk basınından özür diliyorum,” diyor. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, “Göktepe duvardan düşmedi” diyor. Koalisyon ortağı Mesut Yılmaz, “Göktepe olayının arkasında olacağız. Göktepe’nin devlet tarafından öldürülmesi iddiası devlet adına utanç verici bir durumdur. Bu olaydan sorumlu olanlar ortada, raporlar ortada, ancak hiçbir ilerleme sağlanamıyor,” diyor. Evrensel gazetesini ziyaret eden DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, “Olayın aydınlatılması için elimizden geleni yapacağız” diyor.

Vaatler havada uçuşuyor, sözler sözlere çarpıyor, bir şeyler gökte asılı kalıyor.

Ama giden gidiyor. Gencecik bir gazeteci mezar taşının altında boylu boyunca yatıyor.

Yaz kış demeden, yağmur çamur demeden, evleri yıkılan insanların, emekçilerin, öğrencilerin, sistemle derdi olan herkesin yanıbaşında Metin. Son haberinde ise son nefesi… Bir gazetecinin sesi… Şimdi kara toprağın altında…

***

Çok yaz geçti, çok kış…

Yazlar, kışlar bitti.

Derken… Şiddete değil gerçeğe inanarak geçti hayatlar.

Bir avuç adalete susamakla tükendi yıllar.

Her şeye rağmen hukuktan başka bir yol aramayarak çevrildi takvimden yapraklar.

Can Yücel, “Metin’e Metin Bir Metin” şiirinden, “Soruyor bir işaret fişeği / Biz ölerek mi yaşamayı / öğreneceğiz hâlâ” diye seslendi.

Metin’in ablası Meryem, yaşamanın en uzun halini öğrenmek için kardeşini ziyarete gitti.

***

Dışarıda lapa lapa kar yağıyor.

Doğa bunların pisliklerini süpüremiyor.

Gazeteci, yazar abimiz Emin Karaca covit belasından vefat etmiş. Ölüm karşısındaki çaresizliğimiz bir kere daha konuşuluyor.

Tam yirmi beş bin phizerin aşısının yapıldığı seçkin grup kendi kendini sosyal medyada ifşa ediyor. İddialar havada uçuşuyor.

Emin Karaca’nın birikiminin karşısında bir zümre kendi varlığını koruyor.

Metinler öldürülmüş, boylu boyunca yatıyor!