Çiğdem Sezer, kayıplar ve yoksunluklarla büyüyen bir grup gencin hayata tutunma serüvenini dillendiriyor, onların hayat yürüyüşüne sıcak bir dayanışma hikâyesiyle eşlik ediyor.

Kalbindeki çiviyi sahiplenme cesareti gösterenler için

ADA DENİZ

Edebiyatımızın her yaştan okura seslenebilen ödüllü şair ve yazarlarından Çiğdem Sezer’ın yeni kitabı, ince ayrıntılar, gerçekçi karakterler ve sürpriz patikalarla bezeli. Gelecek umudunu ve yeni yollar aramanın cesaretini duyumsatan Son Şans Durağı romanını Çiğdem Sezer ile konuştuk

Meslek lisesi öğrencilerine karşı hem eğitimciler arasında hem de toplum nezdinde ne yazık ki kalıp bir bakış söz konusu. Kitabın geçtiği mekân seçiminde bu bakış açısını kırma gibi bir gayeniz var mıydı?
Önyargılı yaklaşımlar her anlamda tehlikeli ve yanıltıcıdır ama özellikle eğitim alanında, yalnızca bireyin-gencin değil, toplumsal anlamda da hepimizin zarar görmesine neden olur. Sadece meslek liselerinde değil elbette, pek çok eğitim alanında bu bakış açısıyla karşılaşmak olası ne yazık ki. Ama meslek liselerinde hem öğrenci hem öğretmen olarak bulunduğum için en yakın gözlemlerim orada oldu. Bu nedenle de roman mekânı olarak bir meslek lisesini seçtim. Sanat ve spor alanında son derece yetenekli gençlerin ilgisiz alanlarda başarıya koşullandırılmaları sonucu nasıl sıkıntılar yaşadıklarını yakından gözlemledim. Amacım, gençlere -elbette eğitimci ve ebeveynlere de- keyifli bir okuma olanağı sunan bir roman yazmanın yanı sıra, bedelini ağır ödediğimiz bu yanlış bakış açısını kırabilmek için de bir adım atmaktı.

Başarının yalnızca alınan sınav notları olmadığını gözler önüne seren kitap, “Başarı nedir?” sorusuna çarpıcı bir cevap niteliği taşıyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bunu söylemeniz beni mutlu etti. Başarı, her şeyden önce bireyin kendine güvenmesi ve hayatını kendi değerleri üzerine kurabilmesi, en basit anlamıyla. Bunda mutluluk kadar mutsuzluk da var. İçinizde bir yerde sevinçli ya da hüzünlü bir anınızda, sizinle gurur duyan ve yapılması gerekeni yaptığınızı söyleyen bir varoluş hazzı duyamıyorsanız, alacağınız herhangi bir “başarı belgesi” iyi hissetmenize neden olamıyor. Başarının, yalnızca birilerinin önüne geçmek olmadığını öğrenmemiz gerek. Pek çok öğrencim, bir zamanlar onları “işe yaramaz” diye niteleyenlerin düşündüğünün aksine -kimi hemşirelik alanında kimiyse yöneldikleri farklı meslek alanlarında- son derece güzel işler yapıyorlar. En önemlisi de mutlular. Romanda ve bu söyleşide söylemeye çalıştıklarım, eğitim biliminin en bilinen, en temel gerçekleri aslında. Ama biliniyor olmaları yetmiyor yazık ki. Uygulama çok farklı işliyor.

Kitabınızı “Kalbindeki çiviyi sahiplenme cesareti gösterenlere” ithaf etmişsiniz. Bu ifadeyi biraz açar mısınız?
Dünya adil bir yer değil; doğduğunuz coğrafyadan tutun da sahip olduğunuz, olamadığınız her şey nasıl bir yaşam süreceğinizi etkiliyor. Bunu değiştiremeyiz belki ama kendimizi içinde bulduğumuz o koşulları en iyi biçimde değerlendirebiliriz. Bunu yapabilmek için de öncelikle kalbimizdeki çiviyi sahiplenmemiz gerek. Bize adil gelmeyen her şeyi… Bu, çiviyi, yani derdi kabullenip pes etmek demek değil. Tersine, gerçekle yüzleşmek ve mücadele etmek… Yetiştirme yurdundan çok öğrencim oldu. “Neden ben?” diye sorarlardı çoğu zaman. Haklıydılar ama haklı olmaları bir işe yaramıyordu. İçinde bulundukları gerçeklik buydu ve onu kabullenip kendilerine yeni bir varoluş biçimi oluşturmaları gerekiyordu. O yaş grubu oldukça isyankâr olur ve çoğu zaman da itirazlarını dışa vuracakları uygun zemin bulamadıkları için kurallara uymakla ilgili sorunlar yaşar, yaşatırlar. Oysa kendilerini ifade etme olanağı bulunca, çözümü de bulabiliyorlar. Gencin kendini ifade etme olanağı bulması, bunun için cesaretlendirilmesi çok önemli. Onlara kendilerini ifade olanağı vermek bir yana, susturup değersizleştiriyoruz çoğu zaman. Oysa yok saymak, sorunu ortadan kaldırmıyor. Kendini değersiz hisseden o çocuklarla birlikte, ülke geleceği için önemli bir potansiyeli de kaybediyoruz. Bu da ülkenin kalbindeki çividir aslında!

Kitapta spor, beden eğitimi dersi olmaktan çıkıp yeni bir anlam kazanıyor ve gençler için bir hedef haline geliyor. Gençler hem kendi hayatlarına hem de arkadaş çevresine dair dönüşüm içerisine giriyorlar. Bu dönüşümün gücü hakkında neler söylemek istersiniz?
Keşke hayatta da sporu bir ders olmaktan çıkarıp gerçek anlamıyla kavrayabilsek… Tabii sanatı da. Daha popüler grup sporları varken hentbolu seçmemin bir nedeni de buydu; amaç popüler olmak ya da maç kazanmak olmamalıydı. Sporun ve sanatın çok önemsediğim kazanımlarından biri de bireye kişisel bir varoluş hazzı yaşatabilmeleri. ‘Son Şans Durağı’nın kahramanları da bunu öğreniyorlar. En “skorer oyuncu”yu yetiştirmek değil amaç. Birlikte başarmanın, sevinçte ve hüzünde, varlıkta ve yoklukta yan yana durabilmenin, dayanışmanın, omuz omuza verebilmenin bir yoludur hentbol onlar için. Olması gerektiği gibi… Bireyin iyiyi ve kötüyü içinde taşıdığına inanırım. Biz spotlarımızı iyi olana çevirir, o cevheri işlersek, ayrıca kötüyle uğraşmak durumunda kalmayız. Romandaki Kenan Abi gibi. Ersin Hoca, Zeynur Hanım, Leman Teyze gibi… Burada güçlü olan “dönüşüm” değil, gençlerin kendilerine sunulan olanağı, yani sporu, sanatı, dayanışmayı içselleştirmeleri. Bunu başarınca, dönüşüm kendiliğinden gerçekleşiyor. Onlara önderlik, yoldaşlık edenlerin sahiciliği önem kazanıyor. Ersin Hoca gibi işine aşkla bağlı öğretmenlere, Kenan Abi, Leman Teyze gibi dayanışmanın gücüne inananlara, Zeynur Hanım gibi toplumsal sorumluluğunun bilincinde olanlara ihtiyacımız var. Bu halkalardan biri eksik kalsaydı, o dönüşümü yaşamak mümkün olmayabilirdi. Kahramanımız Sefa’nın da dediği gibi; bu kitap, böyle insanlar çoğalsın diye yazıldı biraz da.