Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Basının iki temel görevi, haberleriyle kamu adına her tür iktidarı denetlemek ve gerçeğe ulaşmak için her türlü görüş ve sesin kamuya ulaşmasını sağlamaktır. Bu görevlerden biri sınırlamaya uğrarsa, ülkede basın ve ifade özgürlüğü, dolayısıyla demokrasiden söz etmek imkânsız hale gelir. Bugün gazetelere, haber ajanslarına, televizyon ve internet sitelerine getirilen sansür, kısıtlama ve baskılar, özgür medyanın işlevini hedef almaktadır.

Savaşın da bir ahlakı vardır!

Savaş, siyasetin başka araçlarla sürdürülmesidir. Daha somut söylemek gerekirse, konuşarak çözülemeyen sorunların silahla çözülmeye çalışılmasıdır. Günümüzdeki savaşların kaynağı emperyalizmdir. Emperyalizm var olduğu sürece, dünyada ne eşitlik sağlanabilir ne de kalıcı barış…

Yine de her koşulda barış için mücadeleden vazgeçmemek gerekiyor. Çünkü Cicero’nun dediği gibi, “En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir.”

Peki, savaşın kaçınılmaz olduğu durumlarda her şey meşru mudur?

Hayır, hiçbir savaş, devletlere istedikleri gibi davranma hakkını vermez. Savaşta da olsalar, devletleri ve kişileri bağlayan kurallar vardır.

Antik çağlardan günümüze, Aristoteles’ten Cicero’ya pek çok düşünür, “savaş ahlakı” üzerine kafa yormuş, kuramlar geliştirmişlerdir.

Ne yazık ki, insanlığın çağlar boyunca biriktirdiği bu değerler, günümüz savaşlarında göz ardı ediliyor. Savaşa ilişkin felsefi görüşler, ahlaki ölçütler, hukuksal kurallar, kötülükte sınır tanımayan barbarlık karşısında işe yaramıyor…

Muş’un Varto ilçesinde çıkan çatışmada öldürülen PKK’li bir kadının çıplak fotoğrafının bilgisunar ortamında sergilenmesi, bana bunları düşündürdü.

HDP Grup Başkan Vekili Pervin Buldan, konuyla ilgili olarak, “Katlettikten sonra cenazeyi çıplak teşhir etmek, insanlığın yüzkarasıdır. Vicdanınız kurusun!” diye yazmış Twitter hesabından.

Ne eklenebilir ki bu satırlara?

Savaşın bile bir ahlakı olduğunu unutanlara, başka hangi etkili söz, vicdan muhasebesi yaptırabilir?

Dünyanın en ağır yükü
HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Şırnak’ın Silopi İlçesi’nde PKK saldırısında ölen bir askerin babaevine taziye ziyaretine gitmiş. Çok da iyi etmiş. Demirtaş’ın o ziyaret sırasında söylediği şu sözler yüreğime işledi:

“Biz cenazelerimizi birbirinden ayıramayız. Biz Kürt’ün, Türk’ün cenazesi diye ayıramayız. Biz askerin, polisin, gerillanın cenazesi diye ayıramayız. Her ananın babanın yürek acısı aynıdır. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Biz evlatlarımız arasına ayırım koyamayız. Şehit düşen asker de bizim kardeşimizdir, bu topraklarda defnettiğimiz bütün gençler bu halkın evlatlarıdır. Bu acıları durdurmanın tek yolu da barışta ısrarcı olmaktır.”

Adam daha ne desin?

Gelin görün ki, Saray, AKP sözcüleri ve havuz medyası ağızbirliği etmiş; Demirtaş’ı PKK saldırılarının destekçisi gibi göstermeye çalışıyor. Büyük haksızlık!

“Dünyanın en ağır yükü, içinde genç ölülerin olduğu tabutlardır. Bundan daha ağır yük yoktur” diyen bir parti önderine hiç hak etmediği suçlamalarda bulunmak, çatışmalardan çıkar umanların işidir.

Bir şehit ailesinin ateş düşmüş ocağında tüm içtenliğiyle yukarıdaki tümceleri kuran Demirtaş’ın iyi niyetli çabalarına katkı vermek, göğsünde yürek taşıyan herkesin görevidir.

Ölüye de saygı kalmadı!
Şanlıurfa’nın Suruç ilçesi’nde 20 Temmuz günü gerçekleştirilen bombalı saldırıda ağır yaralanan 19 yaşındaki Mert Cömert de 13 Ağustos’ta yaşam savaşını yitirdi. Böylece, Suruçcankırımında İslamcı teröre kurban verdiğimiz gençlerin sayısı 33’e yükseldi…

“Karadeniz’in asi çocuğu” Mert Cömert, henüz 19 yaşındaydı. İnsancıl düşüncelerle çıktığı yolculukta karanlığın kurbanı oldu…

BirGün’ün haberine göre, Mert’in cenazesi, memleketi Samsun’un Bafra İlçesi’nde, yetkililerin dayatması yüzünden sabah 05.30’da toprağa verilmiş. “Güvenlik” bahanesiyle, aile üyeleri dışında hiç kimse törene alınmamış. İlçeye gelen arkadaşları da aynı gerekçeyle gömütlüğe sokulmamış…

Daha önce de Çağlayan Adliyesi’ndeki çatışmada öldürülen gençler için benzer bir uygulama yapılmış, cenazeler sabahın köründe, adeta kaçırılarak toprağa verilmişti.

12 Eylül faşizminde bile tanık olmadığımız yöntemler bunlar!

Ne dirilere ne ölülere saygısı kalmış yönetenlerin! Bu ağır yükten artık kurtulmak gerekiyor…