Kalemi kendine batırmak

KADİR İNCESU

Necati Tosuner’in yeni romanı ‘Sen ve Kendin’ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlandı. Tosuner’in ilk baskısı 2005’te yapılan, 2006 Ömer Asım Aksoy Deneme Ödülü’ne değer görülen, uzun süre baskısı olmadığı için ulaşamadığım, denemelerinden oluşan ‘Elde Kitap’ı okudum önce, sonra da ilk kitabı ‘Özgürlük Masalı’nda yer alan, kitabın ilk öyküsü ‘Yalnızlığa Övgü’yü… Bu okumalardan sonra sıra geldi yeni kitaba…

‘Sen ve Kendin’, hemen hemen bütün kitaplarını okuduğum Necati Tosuner’in yazarlığının özel bir çalışması…

‘Sen ve Kendin’in bana duyumsattıklarını paylaşacağım sizlerle.

‘Sen ve Kendin’i biraz geçmişte aramaktı bu okumanın amacı. Ne bulacağımı, belki de ne aradığımı bilmeden…

Hemen bodoslama Tosuner’in yazdıkları ‘yalnızlığın sesi’ desem…

‘Elde Kitap’tan aldığım birkaç alıntı…

“Yalnızlıktan söz edilmişse, herkes kendine bir pay biçer, -istemese- de. Yalnızlığın renginden söz ediliyor, bulun kendi yalnızlığınızın rengini. Benimki gri.”

“Yazmak, ne getireceği belli olmayan uzun bir yolculuktur.”

“Yalnızlık olgusu… yalnızlık duygusu, yazmayı besleyen bir zenginlik olmuş hep.”

“Ben gerçekleşmeyecek umutlar yaratarak yendim yalnızlığımı. Umutsuzluklara kapılınca da, derin yalnızlıklara düştüm.”

Yazmak için “Başka neyim var benim?..” diyen Tosuner’in Türk Dil Kurumu ödül töreni konuşması da dikkat çekici: “Yazarlığa başladığımda, heveslendiğimde, yazarlık nedir bilmiyordum. Ne yazacağımı da pek öyle biliyor değildim. Bir şeyi çok iyi seziyordum. Anlatılacak bir şey taşıdığımı. Oysa, ondan söz etmek bile çok güçtü benim için, -hele yazmak…

Sonra sonra, kendini yazmak, sergilemek, acı çekmek de olsa olsa kalemi kendine batırmak, içtenliği aramak, üstüne üstüne varmak, epey yardım etti bana. Yaşamak konusunda…

Yazıyor olmak önemli bir şey oldu, bir yaşama biçimi oldu.”

Uzun uzun alıntılardan sonra ‘Sen ve Kendin’e gelirsek…

Kendine bir dert yanmak mıdır ‘Sen ve Kendin’?

Bir arayış mıdır?

Sorduğu sorulara istediği yanıtları alabiliyor mu, ya da almak istiyor mu?

Amacı nedir?

Yola çıkarken hissettikleri, yaptıkları, yapamadıkları, istedikleri, istemedikleri, mutlulukları, mutsuzlukları, kırgınlıkları, üzüntüleri, sevinçleri…

Attığı her adımın yarattığı düşünceler…

Tosuner, kahramanının bir adı olmasa da herkesin kim olduğunda hemfikir olduğu birisini anlatıyor.

Önce yaşananı... Her yönüyle, yalnızlıklarıyla, acılarıyla, zorluklarıyla…

Sonra da sabahın ilk ışıklarını içeriye almak için perdeyi aralıyor hafiften, büyük bir incelikle…

Bitmeyecekmiş gibiyken dağılıp gidiyor karanlık.

“Beklemenin çoktan öğrenilmiş olan coşku gizli tadını” da çıkarıp, “Gerçekleşmeyen düşleri de bir kazanç sayarak” güç topluyor.

Yıllar öncesinden bir olay gelip takılmaz mı aklınızın bir köşesine, ne kadar zorlarsanız zorlayın gitmez. Acıtır, kanatır…

“Unutmak değildi, bilmezden gelmekti yaşanılan” derken bir ışık mı gösteriyor kahramanımız.

‘Sen ve Kendin’ kim, hayattaki karşılığı nedir? Okudukça sorular çoğalıyor okurun kafasında. Herkesin yanıtı aynı olmayabilir, tek doğru yok. Doğru. Öyle de olmalı.

‘Sen ve Kendin’den birisi -hangisinin olduğu önemli mi?- Ankara’dan İstanbul’a yola çıkan gencecik birisi olabilir. ‘Sen ve Kendin’ belki de iki kişilik bir yaşamın kahramanlarıdır. Beklenmeyen mucizelerle dolu bir hayatın kahramanları.

Artık bir muhasebe, hesaplaşma zamanı gelmiştir. Her şey dökülür ortaya, doğrusu kalan ne varsa.

Söylenenler bazen inciticidir, bazen üzücü… Fakat hep bir umudu barındırır.

Tosuner zaten başlı başına bir umudun simgesi sayılamaz mı?

Hem de nasıl.

“Kendinden kaçıp da hep yine kendine sığınmadın mı?” diyen kahramanımızın şu saptaması ne anlama gelir: “Bak, gömlek kollarının uzun olması iyi durmuyor sende. Belki küçük bir şey gibi görünebilir bu, ama başkalarından duymaya kalmadan onu senin görmendi en iyisi. Bunun da kaçınılmaz yolu kendini tanımaktı. Ve başkaldırmaktı sevmek için. Böylesi daha katlanır kılıyordu boşa çıkan düşleri…”

Kendi gerçeğini tarafsız bir şekilde ortaya koymak zor değil mi? Zor, ancak imkânsız da değil. Bu aynı zamanda kişinin gücünün de göstergesi olmaz mı?

Tosuner kendine ulaşmanın yollarını arıyor. Aramaya çalışıyor. Yoksa arar gibi mi yapıyor?

Buluyor mu? Bulmak istiyor mu?

Kendini bulmanın, ulaşmanın yolunu biliyor mu?

Bilmezlikten mi geliyor?

Arayışı sonuçsuz mu kalmalı? Evet.

Bulamamalı, ulaşamamalı kendisine.

Ona güç veren umut veren bu mücadele değil mi?

Umut da mücadele de devam ettiği sürece yaşam da sürecek.

Gücü, arayışında buluyor.

Güne atılan çentiklerle oluşan bir yaşam.

Geçen zaman, zorla geçen, derin izler bırakarak geçen, ne hissettirdiği pek de önemli olmayan zamana… Güne… Geçtiği için atılan çentik, okurun bazen şaşırarak, çokça hüzünlenerek ve üzünçle okuduğu metinler mi?

Bir yandan soruyu kendime soruyor, bir yandan da yanıtını arıyorum.

Yıllar önce bir söyleşimizde dedikleri geliyor aklıma: “Yazarken çok keyif aldığını söyleyenlere de şaşarım. Acı çekerek yazılır. Ben öyle biliyorum. Yazınca mutlu olursun. O başka. Yazamazsan da acı çekersin. Karşılıksız bir sevdaya benzer bu bakımdan. Ama, güzeldir…”

İşte o zaman bir soru daha geliyor peşinden… Her yazdığı Tosuner’in kendi bedeniyle attığı bir çentik midir yoksa?

O çentikler midir yalnızlığını gideren?

İnsanın tüm yaşadıklarını bir oyun olarak görmesi, o oyunun bir parçası olduğunu düşünmesi…

Daha mı çekilir kılar yaşamı?

Kim bilir? Yazar her ne kadar kendi yaşamından yola çıkarak kurgulasa da metnini, toplumda karşılığı vardır mutlaka anlatılanın.

”Sen yoksan kendin yok” kabulleniş midir bütün bir ömrü?

Hem de her şeyiyle, sevgiyle…

“….umudun filizlenmesini besleyecek yağmurları yeniden görmeyi umarak” balkonundan olmasa bile pencereden bakıyor yaşama. Umut, kaygı, hüzün, sevinç, üzünç ve akla gelebilecek her duyguyu aynı anda veren yarım gülümsemesiyle..