Rutkay Aziz’in Antalya Altın portakal film festivalinde yaptığı konuşmayı dinlemek niyetiyle tıklıyorum videoyu...

Rutkay Aziz’in Antalya Altın portakal film festivalinde yaptığı konuşmayı dinlemek niyetiyle tıklıyorum videoyu. Bu salondan alkışlarla karşılanmış ve sosyal medya içerisinde bravo ünlemiyle dolaşan videoda ne söylenmiş bir merak hâsıl oluyor tabii. Başımıza ne gelirse bu meraktan işte. Ama o ne? Ödülün adı sosyal sorumluluk imiş. Bizi şu an ilgilendiren ve aslında bu tabirin gerçekte işaret ettiği alan bunun bireysel olanı değil. Hadi İngilizcesini de yazalım da bu alanda çalışanların kafası karışmasın. Corporate Social Responsibility(CSR). Kurumsal sosyal sorumluluk. Bir kurumun ya da kişinin yapmak zorunda olmadığı bir alanda yaptığı bir işi gördük mü, hele de bu iş topluma faydası olduğu varsayılan bir iş ise yapıştırıyoruz sosyal sorumluluk diye. Burada bir şirketin bir topluma maliyetinden söz etmek olası. Şirketler hiçbir bedel ödemeden yahut gerçek bedelinin çok altında bir maliyetle toplumun sahip olduğu emek ve doğal kaynaklara yasal olarak el koyabilen ve bunun yarattığı zenginliği toplumun küçük bir kesiminin zenginlik içerisinde yaşaması için seferber eden örgütlenmeler. Bu el koyma sırasında hoyratça bu kaynakları özellikle de doğal kaynakları yok ederek zarar verici olabiliyorlar. Bkz. Ergene Nehri.Bazen bu el koyma yahut zarar miktarı öylesine artıyor ki ortaya engellenemez ve meşru tepkiler çıkıyor. Emekçilerin kendilerinden, çevrecilerden, kadınlardan yahut tüketicilerden. Bu tepkilerin karşılanabilmesi için şirketlerin kendi çıkarlarının meşruiyetlerini tekrar tahkim etmeleri için toplumdan aldıklarının oldukça küçük bir bölümünü büyük tantanalarla geri verdiklerini, yahut zarar vermediklerini ispatlamaları gerekiyor. Misal Birleşmiş Markalar Derneği’nin Türkiye de yapılmış en geniş kapsamlı sosyal sorumluluk projelerinden biri olarak sunulan yüz bin çocuğa kıyafet dağıttığı “Türkiye’nin Markaları Türkiye’nin Çocuklarını Giydiriyor” projesi. Bu çabanın tamamına verilen ad ise kurumsal sosyal sorumluluk. Tabii tam burada sizin aklınıza gelen başkalarının da aklına gelmiş. “Kardeşim sen bu çocuklara kıyafet dağıtacağına ana babalarının haklarını ver” diyenlerin sayısı az değil. Hatta bu “sosyal sorumluluk” kavramının ne olduğu üzerinde süren tartışma asıl olarak buradan şekilleniyor. Bir kısım müfsit şahıs ve kurum, şirketlerin pek meftunu olduğu hayır ve hasenat işlerini pek de sosyal sorumlu bulmuyor. Şirketlerin kendi kurdukları yahut paralellerinde kurulan dernek ve vakıflarla yaptıkları sosyal projeleri ise “green washing”(çevreci aklama) yahut “social washing”(sosyal aklama) olarak adlandırmaktan çekinmiyorlar. Onun yerine ancak ekolojik tahribattan vazgeçmelerinin, bugüne kadar ortaya çıkmış tahribatı ortadan kaldırmanın maliyetlerine katlanmalarının, ve yahut temel insan ve emek haklarına saygılı bir çalışma ortamını sağlamalarının “sosyal sorumluluk” olduğunu iddia edebiliyorlar. “Sosyal olarak sorumlu mu olmak istiyorsunuz? O zaman zorla işçi çalıştırmayın. İşyerlerinizde dil, din, ırk, mezhep, bölge, cinsiyet ayrımcılığı yapmayın. Çocuk işçi çalıştırmayın. İşçileri aşırı fazla mesaiye zorlamayın. İşçilerinizi kayıtlı olarak, temiz ve güvenli işyerlerinde çalıştırın. Ve tabii ki işçilerin örgütlenme özgürlüklerine saygı gösterin” deyiveriyorlar. Tüketici aktivizmini de kullanan bu kesim özellikle hazır giyim ve tekstil alanında pek de yabana atılabilir değil.

“Alo! Rutkay Aziz’e, Altın Portakal’a ne oldu?” derseniz: Rutkay Aziz tam ben bunları düşündüğüm esnada sanatçının çağına tanık olması gerektiğinden bahsetmekteydi. Salon alkışlara boğulmuştu. Bense “sosyal sorumluluk nedir-sanatçı nedir” arasına sıkışmış huysuzlanmaktaydım hala. Bir başkasının ve çağının acılarını, çağlarını aşarak derinden hissetme kabiliyetini yitirmemeyi becermiş o insanları düşünmekteydim. En yalnız halinizde size yüzlerce yıl öncesinden seslenen ve varoluşu acılarınızı hafifleten o sanatçıları. Ölümü aşmış, henüz kavramsallaştıramadığımız başka bir dünyanın varlığını sezme ve zanaatındaki ustalığı ile bize de bunun ipuçlarını sezdirebilme yeteneğine sahip o kutsal ve lanetlenmiş insanları. “Sanatçı buysa topluma bir maliyeti olabilir mi birey olarak, şirket gibi” demekte idim taa içimden. “Birey ve sanatçının kendi çıkarı toplumdaki başkaları için bu nebze tehdit oluşturabilir mi?” Derken İbrahim Sadri çıktı. Sanatçıyı tanımlama erkini elinde tutmakta olan şahıs Rutkay Aziz’in gözlerinde düşmanlık gördü. Taraftar keskin kalemlerden Melih Altınok da konuşmada geçen döneklik kontenjanından sahne aldı. Geçmiş iktidarların elitleri arasında gördüklerine kılıçlarını çekip saldırdılar. AKP’nin halk iktidarının devrimciliğini kutsama, buna laf edenleri de bertaraf etme telaşı içindeki demokratların mücadelesini selamlamak düştü yine biz sefil insancıklara. Bir de “bireysel sosyal sorumluluk diye de bir şey var galiba” diye bir şüphe. Zira bu sanatçı ve köşe yazarı namıyla konuşanların toplum olarak bize ödettiği maliyet vicdanımı sızlatmakta. Şimdi izin verirseniz, kendi köşeme çekilip şu sanatçı ve köşe yazarı adı taşıyanların adları sanları ve hempalarıyla İbrahim Sadri ve Melih Altınok’un topluma maliyetlerini hesap etme niyetindeyim.