Çıraklık Eğitim Merkezleri, ortaokuldan sonra herhangi bir ortaöğretim kurumuna devam etmeyen veya bir şekliyle okuldan ayrılmış olanların meslek sahibi olabilmesi amacıyla kurulan yaygın eğitim kurumlarıydı. 2016’da Mesleki Eğitim Merkezleri (MEM) adıyla ortaöğretim kapsamında örgün ve zorunlu eğitime dahil edildi. Bu düzenlemeyle MEM’ler, resmen meslek lisesi sayılmamakla birlikte zorunlu ortaöğretimin okul türlerinden birine dönüşmüş oldu.

Mesleki Eğitim Merkezlerine kayıt için yaş sınırı yok; herhangi bir ortaokulu bitirmiş herkes yılın herhangi bir gününde kayıt yaptırabilir. Bu öğrenciler, haftanın bir günü teorik ders alacak, dört gün tercih ettiği meslekle ilgili bir işletmede çalışarak ortaöğretim diploması ile birlikte çırak, kalfa veya ustalık belgesi alacak. Çıraklık için 3, kalfalık için 1 yıl olan eğitim süresince çocuklar iş kazalarına ve meslek hastalıklarına karşı sigortalanacak; 9, 10 ve 11. sınıftaki çocuklara asgari ücretin yüzde 30'u, 12. sınıftakilere ise asgari ücretin yarısı kadar aylık ücret ödenecek.

Zorunlu eğitimi tamamlayamamış olanları eğitim sürecine dahil etmenin bir yolu olarak düşünüldüğünde buraya kadarki (Çocuk emeği sömürüsü, çocuğun zorunlu eğitimden ayrılma nedenini ortadan kaldırmama gibi) anormallikler görmezden gelinebilir. Görmezden gelinmeyecek anormallik ise bundan sonra başlıyor: Milli Eğitim Bakanlığı, hâlâ devam eden büyük bir kampanya ile MEM’lere nakil uygulaması başlattı. Herhangi bir lise türünün herhangi bir sınıfındaki öğrenciler herhangi bir zamana bağlı olmaksızın okullarından ayrılıp mesleki eğitim merkezlerine geçiş yapabilecek. Kaza ve meslek hastalığı sigortası primi ile aylık ücretleri ise çocuğun üretime katıldığı, artı değer ürettiği işletmeden çıkmayacak. Ücret ve primler, genel bütçeden yani tarafımızdan karşılanacak!

Hadi prim ve ücrete de vatandaş olarak katlandık diyelim. Ama Anadolu, fen, sosyal bilimler, imam hatip ve meslek liselerindeki öğrencilerin okullarından, hayallerinden koparılmasına katlanmak için insan olmamak gerekiyor. Eğitim Bakanlığı, halen bir lise türünde eğitimine devam eden öğrencileri Mesleki Eğitim Merkezlerine yönlendirmek için inanılmaz bir çaba sarf ediyor. Okul müdürleri ve sağcısı solcusu öğretmenler bakanlığın bu suçuna ortak olmak için elinden geleni yapıyor.

Bakanlık, yoksulları zenginlere peşkeş çeken iktidar politikasını uyguluyor diyelim. Fakat bir öğretmenin “Bu fırsatı değerlendir; MEM’e git hem maaş alırsın hem bir meslek sahibi olursun.” diyerek 9, 10, 11 ve hatta 12. sınıfa kadar gelmiş öğrencisini örgün sistemin dışına atmaya çalışması meslek kusuru sayılamaz. Öğretmen, okul müdürü veya hiyerarşideki yeri pedagojiyle ilgili birinin çocukların yeni statüler kazanmalarının önündeki engelleri kaldırmak yerine çocukları kimi sosyologların “doğum kazası” olarak adlandırdığı (aile, cinsiyet ve ırk gibi edinilmiş) statülere mahkûm etmeye kalkışması hem hukuki hem ahlaki açıdan suçtur. Eğitimin temel iddiası, farklılıklarına bakmaksızın her bireyin çabası, yeteneği, arzu ve isteği doğrultusunda toplum içindeki yerini değiştirmesine fırsat sağlamaktı. Ne yazık ki bu uygulamayla Eğitim Bakanlığı, fırsat yaratmak şöyle dursun “Kendi işyerini açma, istihdam garantisi” gibi aldatıcı yönlendirmelerle yoksul aile çocuklarının önünü kesmektedir.

Çok, ama çok sayıda öğrenci okulunu bırakıp MEM’e geçiyor. Hepsi de aylık bir-iki bin liraya muhtaç yoksul aile çocukları. Eğitim Bakanlığı, onların yoksulluğunu (ucuz değil) bedava işgücüne çevirmekle kalmıyor; yoksulların toplum içindeki rolünü, Hint kast sistemindeki Dokunulmazların bir üstündeki Shudralar (zanaatçılar, işçiler ve hizmetçiler) olarak sabitliyor. Kapitalizm, sınıf ayrımcılığına dayanıyor olmakla birlikte o bile teorik olarak sınıf değiştirmeyi reddetmez. MEB’in, çocukları ekonomik ve sosyal gelişmişlik durumuna göre farklı okullarda toplaması, sınıf ayrımcılığının ötesinde, Hintlilerin etkisini kırmaya çalıştığı 3 bin yıllık kast sistemini model alıp yaşatmaya çalışmaktan başka bir anlama gelmez. Daha iyimser bir yorumla, çocuk emeğini ekonomik büyümenin itici gücü olarak kullanan 18. yüzyıl İngiltere’sine dönüş özlemidir. İktidarı anlıyorum, temsil ettiği sınıfa hizmet ediyor; fakat eşitsizliği kalıcı ve sürdürülebilir hale getiren bu (ve benzeri) uygulamaya itirazı olan bir siyaset neden yok onu anlamıyorum.