Pop, rock, caz ve funk’ı geleneksel Kürt müziğiyle harmanlayan besteci ve şarkıcı Ruşen Alkar, “Sana reva görülen kimlikten memnun değilsen uzaklaş ve mümkün olduğunca o kalıpların zıddına git” diyor

Kalıpları kır, özgürleş!

IŞIL ÇALIŞKAN

Kürtçe müziğin temsilcilerinden Ruşen Alkar, müzisyen kimliğinin yanı sıra toplumsal meselelere duyarlılığıyla var oldu hep. Kadın mücadelesini de notalarından eksik etmedi. Şimdilerde yeni albümü ‘Hêdî Hêdî’ ile dinleyici karşısına çıkan müzisyen, attığı çığlıkların bir “başkaldırı” olduğunu söylüyor. Kadın kimliğinin kaçınılmaz şekilde müziğine yansıdığını ifade eden Alkar, “Sana nasıl bir vücutla doğduğunu ve nasıl davranman gerektiğini her ortamda hatırlatan bir dünya düzeninde yaşıyorsun. Eline çalgı alır almaz ya da şarkı söyler söylemez ilk yaptığın buna serzenişte bulunmak oluyor” diyor. Alkar ile yeni albümü vesilesiyle müzik sektöründe kadın olarak var olmayı konuştuk.

>>Kadın müzisyen tanımlaması size ne hissettiriyor?

Sınırlandırıcı bir tanımlama bence. Sadece müzisyen olarak tanımlanmak daha işlevsel olur. Cinsiyeti yapılan işin önüne koymamak algıda daha çok değişim yaratıyor bence. Özellikle yılın belli zamanlarında, yani kadınlar günü, anneler günü gibi günlerde cinsiyet farkının sık sık hatırlatılması ayırımcı üsluba hizmet ediyor. Asıl konuştuğumuz şeyin cinsiyet değil üretilen şey olması gerekir. Cinsiyeti konuşmadığımız bir müzik dünyasına kavuştuğumuzda kimse kendine limit koyma gereği duymayacak. Yeni nesillerin böyle bir ortamda yetişmesi dileğiyle diyorum.

>>Müzik sektöründe kadın olarak var olmak nasıl?

Aslında yaptığın müziğe göre değişen dinamikler var. Taşrada müzisyen tanımı bile yoktur örneğin. Ozan, aşık, mıtrıp vs. denir. Müzik köydeki işlerin imece ile halledilmesine vesile olan, topluluk olma duygusunu pekiştiren bir işleve sahiptir. Kadınlar ise çok nadir karma ortamlarda performans sergilerler. Kadın kadına yapılan ritüellerde görürüz onları en çok. Benim ve neredeyse tüm kadınların, geldiğimiz toplumsal yapı böyle örtülü bir varoluş önermekten öteye gitmez. Ama hali hazırda devam ettiğim müzik yolculuğumda girdiğim ortamlar taşraya kıyasla daha eşitlikçi. Kadın fobisi kendini en çok kadının enstrümantalist olarak bir erkek band’ına dahil olduğunda kendini gösteriyor bence. Ya da aranje ve kompozisyon yapabilmesi ‘kırılgan erkeklik’ dediğimiz tepkiselliği getiriyor. Yani erkek cinsiyetini en çok enstrüman becerisi üzerinde kurmuşsa, karşısında esntrümantalist bir kadın görünce elinden ayrıcalığı alınmış gibi hisseder. Tabii kadınlara atfedilmiş entrümanların dışındaki (bateri, kontrabas, trompet vs.) çalgılarla ilgilenen kadınlar bu sessiz şiddeti daha çok yaşıyorlar. Bu durum direnci hep yoklayan, bazen vazgeçme noktasına getirebilen bir hal.

KADIN ÇIĞLIĞI BİR BAŞKALDIRIDIR

>>Kadın kimliğiniz müziğinize ne kadar yansıyor?

Kaçınılmaz olarak etkiliyor tabii. Sana nasıl bir vücutla doğduğunu ve nasıl davranman gerektiğini her ortamda hatırlatan bir dünya düzeninde yaşıyorsun. Eline çalgı alır almaz ya da şarkı söyler söylemez ilk yaptığın buna serzenişte bulunmak oluyor. Kadının sesi toplum içinde ne kadar az çıksa o kadar iyi. Zihniyet bu olunca bir kadın için ses çıkarmak önemli bir fark yaratıyor haliyle. Kadının çığlığı hayattan almayı hak edip alamadıklarına karşı bir başkaldırıdır. Benim müziğime bu açıdan tesiri büyük. Gerek söz, gerekse tavır anlamında.

>>Toplumsal cinsiyet ve kimlik üzerine akademik çalışmalar yaptığınızı biliyoruz. Çarpıcı çıkarımlarınız oldu mu?

Aslında hangi etnik, dini, sosyal yapıda olursak olalım aynı kırgınlıklara sahip olduğumuzu bizzat deneyimlemek şaşırtıcıydı. 10 yaşındaki bir kız çocuğunun gözünde eşitsizliğe dair bu farkındalığı görmek “bu çok büyük haksızlık” dedirtiyor insana. Aile ya da toplum tarafından sınırlandırılmanın gerekçesi olarak “sana değil, çevreye güvenmiyorum” lafını tüm kadınlar istisnasız olarak duymuştur hayatlarında. Bu söz o ayırımcı üsluba karşı isyan etmemizin önünü dolaylı bir şekilde kapatır. Sonuç olarak, kadınlar olarak eşitlikçi bir toplumda yaşama olasılığımızın hala çok uzak bir gelecekte mümkün olabileceğini fark etmek en şaşırtıcı çıkarımlarımdan biri oluyor genelde.

>>Kadınlara mesajınız nedir?

Bizi mutlu eden ne varsa onu yapmaya devam edelim derim. Eleştirilmekten, kıyaslanmaktan korkmadan. Yorgun hissettiğimde bunları kendim için de söylüyorum bu arada… Kadın hakları mücadelesinde en güçlü adımlar bireysel olarak atılanlardır bence. Eğer sana reva görülen kimlikten memnun değilsen uzaklaş ve mümkün olduğunca o kalıpların zıddına git. Virginia Woolf demiş zaten en güzelini; para kazan, kendine ait bir oda, boş zaman yarat ve durmadan yaz.

BU YOL ANCAK YAVAŞ YAVAŞ YÜRÜNEBİLİRDİ

>>Yeni albüm çalışmanız ‘Hêdî Hêdî’nin hikâyesi nedir?

Klasik batı şarkısı formunda örnekler içeren ilk albüm Sebr/Sabır’dan sonra bir üretim süreci başladı tekrar. Hêdî Hêdî’de geleneksel Kürt müziği formu olan kilam’ları söylemeye girişerek kendimi bir parça zorladım diyebiliriz. Yaşarken karşılaştığınız her şey iç dünyanızda yeni bir ifade biçimi geliştiriyor. Yaptığım müziğe kendi tavrımı koymamak bana göre imkânsız. Kimileri onu ölçülü bir şekilde yapar kimilerinde ise ortaya çıkan yorum daha bireysel ve toplumla mesafelidir. Bunu iyi veya kötü diye sınıflandırmak bana göre yersiz olur. Albümdeki bestelerde de daha içe kapanık bir hal görürüz. Hem çağdaş bir Kürtçe müzik yapma iddiası hem de toplumsal beğenilerin uzağında durmak zor ve riskli. Bir kadın olarak kendi söz ve müziğine her bakımdan sarılan, sahiplenen bir sanatçı olarak üstelik… Bu yol ancak Yavaş Yavaş yürünebileceği için albümün adı Hêdî Hêdi oldu.

Yolda şekillenmiş bir albüm olduğunu söylüyorsunuz. Yolda karşılaştıklarınız notalarla buluşma noktasında neler etkili oldu?

Öncelikle Fongogo destek kampanyası ile başladı albüm süreci. O platform üzerinden bir hayli takipçimize ulaştık; onlar da bu sürece enerjilerini dahil ettiler. Müzikal olarak yazılı bir forma ya da provalara sadık bir şekilde de kayıt edebilirdik albümü fakat onun yerine misafir ettiğimiz her müzisyenin müziğe katacağı duyguyu önemsemeyi tercih ettik. Albümün ana kadrosunda prodüktör ve gitarist Şevket Akıncı, Ayşe Tütüncü (piyano), Onur Duygulu (gitar), Cem Aksel (davul) ve Yıldırım Yalçınkaya (bas) var. Temel kayıtları bu müzisyenlerle aldıktan sonra konuk müzisyenlerle yolumuza devam ettik. Bu kayıt eklemeleri aranjeyi zenginleştirdi hayliyle. Dolayısıyla kendimizi yeni fikirlere, bir çeşit yapboz ihtimaline açık tutmaya çalıştık. Yolda çok değerli müzisyenlerle bir araya geldik. Ali Tekbaş, Mehmet Akbaş, Sumru Ağıryürüyen, Ertan Tekin, Tamer Temel, Serhan Erkol gibi. Albümün mix-mastering’ini Cansun Küçüktürk yaptı. Süreç konserler vermeye devam ederek ilerleyecek. Albümün adı gibi yavaş yavaş yoluma devam edeceğim. Hêdî Hêdî...