Patlama olduğunda yoldaydım.
Ankara’da okuyan küçük oğlumla Gar’ın önünde buluşacaktık ailece.
Okul servisinden yanlışlıkla Sıhhiye’de inmiş, miting alanına doğru yürürken duymuş patlamayı.
O arayıp haber verdi.
Hemen geri dönmesini söyledim, bizimkileri de yolda indirip devam ettim.
Meydana girdiğimde ortalık ölüler, yaralılar, etrafa saçılmış organ parçalarıyla doluydu.
İnsanlar büyük bir şok içinde ağlaşıyor, yaralılara yardım etmeye, atel, turnike uygulamaya, suni solunum, kalp masajı yapmaya, ambulanslara bindirmeye çalışıyorlardı.
Bir de hâlâ devam eden biber gazı kokusu.
Kahraman polisimiz o korkunç tabloda bile vazifesini yapmaktan çekinmemiş!...
•••
Sonra TTB’ye geçtik, kriz masası kurup ölü, yaralı sayılarına ulaşmaya çalıştık.
Yirmi, otuzla başlayan sayı hızla elli, altmış, yetmişe çıktı…
Sonrası malûm.
Bir yandan da KESK, DİSK, TMMOB yöneticileriyle birlikte basın toplantısı düzenledik.
Akşama doğru Keçiören’deki Adli Tıp’taydık.
Savcıyla görüşüp Şebnem ve Ümit’le birlikte bağımsız gözlemci olarak morga girdik.
•••
İlk elde kırk sekiz cenaze gelmişti, yirmi beş de Gazi Hastanesi’nde olduğu söyleniyordu.
Toplam altı otopsi masası vardı morgda.
Cenazeler masalara alınıyor, elbiseleri çıkarılıyor, varsa kimlikleri tespit edilmeye çalışılıyor, fotoğrafları çekiliyor…
Sonra skopiye alınıp vücutlarında metal parçası olup olmadığı araştırılıyor…
Sonra da klasik otopsiye başlanıyordu.
Adli tıpçılar ne kadar hızlı olmaya çalışsa da her seans bir, bir buçuk saat sürüyor…
Dışarda ise yakınlarından haber alamayan aileler umutla umutsuzluğun birbirine geçtiği duygularla bekleşiyor…
Bahçeye kurulan büyük çadırda yakınlarını teşhis etmeye çalışıyor…
Çığlıklar, ağıtlar birbirine karışıyordu.
•••
Parçalanmış, yanmış, dağılmış bedenler…
Ceset torbalarından, elbiselerin içinden dökülen, kafatası, göğüs, karın boşluklarından çıkarılan bilyeler.
Otopsi zaten zordur, ölenle aranıza zorunlu bir mesafe koymadan, duygularınızı bastırmadan değil yapmak, izlemek bile dayanılmazdır da…
Berkin’in otopsisinde de öyle olmuştu…
Daha önceden ne kadar tecrübeli olursanız olun…
İnsanın, daha bu sabah aynı pankartlarla, aynı türkülerle, aynı sloganlarla birlikte yürümeye hazırlandığı kendi yoldaşlarının otopsisine girmesi çok daha ıstırap veriyor.
•••
Hepsi kötü, hepsi acı, hepsi üzücüydü de…
Adli tıp yıllarımda da hiç dayanamazdım çocuk otopsilerine…
En kahredici olan Veysel’inkiydi.
Katliamda babası İbrahim Atılgan’la birlikte kaybetmişlerdi hayatlarını.
Ne Saray’ın saltanat kavgası…
Ne dört yüz vekil verseydiniz dayatması…
Ne 7 Haziran, ne 1 Kasım seçimleri.
O sabah babasının elinden tutup gelmiş olmasa mitinge, şimdi annesinin koynunda yatacaktı.
O’nu o küçücük bedeni ve dokuz yaşının bütün masumiyetiyle orada öylece yatar görünce…
Kalk be çocuk, dedim, içimden…
Kalk o masadan!...
Dünyanın bütün laneti, katilleri ve azmettiricilerinin üzerinde olsun!...