Ne yazık ki ülkemizde can kayıplarıyla sonuçlanan türlü yıkımlara sık rastlıyoruz. Ve yine ne yazık ki, yıkımları gündemler arasında hızlıca tüketmeye ve unutmaya meyledebiliyoruz. Ancak bunları unutmamak ve sürekli olarak gündemde tutmak gerektiği konusunda hem fikir olacağımızı sanıyorum. O nedenle bugün yazımda, geçtiğimiz hafta Giresun’da meydana gelen yağışın ortaya çıkardığı görüntüye yer vermek istiyorum.

Her şeyden önce yıkım iktidarın ranta dayalı kentçilik anlayışının ve doğa düşmanı kalkınma stratejisinin sonuçlarını bir bir gözler önüne serdiğini görüyoruz. Yağışın mevsim normalleri üzerinde gerçekleşmesi iklim krizi kaynaklı ekolojik hasara işaret ettiği gibi, bu yağışın yarattığı taşkın ve taşkında yıkılan yapılar, köprüler, otoyollar ve caddeleri kaplayan büyük kayalar iklim krizi koşullarının Karadeniz bölgesinde nasıl üretildiğine de işaret ediyor.

Öte yandan Giresun’da ortaya çıkan yıkım, iktidar nezdinde kader olarak adlandırılabiliyor. Yıkımın sebebi bazen coğrafi koşullarla, bazen de bölgedeki konut ihtiyacının dere yataklarına yapı inşa ederek karşılayan halkın tercihiyle çerçeveleniyor. Tüm bu argümanların ortak noktası ise, iktidarın bunlarla ilgili sorumluluk alma niyetinde olmaması. Hâlbuki bilim insanlarının sundukları veriler, ortaya çıkan felaketin sorumlusu olarak iktidarın talancı politikalarına işaret ediyor. Hatta verilere bakıldığında yıkımın göz göre göre inşa edildiği berraklaşıyor; Giresun yıkımının tüm Karadeniz için bir uyarı niteliğinde olduğu da…

Bu hafta konuyla ilgili farklı mecralarda görüş bildiren bilim insanlarının aktarımlarından hareketle, felaketi hazırlayan koşulları şu şekilde özetleyebiliriz: Karadeniz’deki sahil yolu yapılırken, dere suyunun denize akmasına olanak sağlayan bağlantılar kesiliyor. Böylece derenin deniz ile bağlantısı koparılarak suyun akacağı yere beton dökülüyor. Bu yol yapılırken ihtiyaç duyulan taşlar için bölgede taş ocakları açılıyor. Bu taş ocakları ve de dereleri kurutan HES’ler ekosistemin dengesini bozan bir diğer önemli faktörü oluşturuyor. Giresun’un kent merkezini kapladığını gördüğümüz taşların da taş ocaklarından çıkan ve dere yataklarına atılan hafriyatlardan oluşuyor. Yol yapımı nedeniyle cazibe merkezi haline gelen bölgede, dere yataklarına konut yapımı artış gösteriyor. Ayrıca iktidarın sıkça gündeme getirerek tamamlamayı direttiği Yeşil Yol projesi de toprağın geçirgenliğini bozuyor ve suyun doğal akışına engel oluyor. Dolayısıyla ortada suyu tutacak toprak, suyun akabileceği dere ve denizler de kalmamış olunca taşkın halinde gelen su, kent merkezini yerle bir ediyor.

Bütün bunlar ışığında Samsun, Tokat, Ordu, Giresun, Trabzon, Gümüşhane, Bayburt, Rize ve Artvin yaylalarını turizme açmak amacıyla birbirine bağlayacak bir beton koridor olarak planlanan Yeşil Yol projesinin durdurulması aciliyet kazanıyor. Çünkü bu yol bölgede yapı yoğunluğunu artırarak, doğal alanları tahrip ederek, geçirgen toprağa zarar vererek sel riskini artırıyor. Ayrıca Giresun örneğinin uyardığı üzere, yol yapımı için açılacak taş ocakları, kesilecek ormanlar, ortaya çıkacak hafriyat gibi konular ciddi soru işaretleri oluşturuyor. Dahası, yöre insanın yayla ulaşımı konusunda bir ihtiyacı olmadığı düşünüldüğünde, bölgeyi turistikleştirmenin kaçak yapılarıyla meşhur yeni bir Ayder vakasına yol açacağını görmek zor değil.

Buradan hareketle diyebiliriz ki ortaya çıkan felaket hükümet temsilcilerinin aktardığının aksine ne kader ne de halkın bireysel tercihi ile açıklanabilir.

Felaketin sebebi bilim dışı ve rantçı kentleşme ve kalkınma anlayışıdır. Yanlış yapılaşma, rantçı imar politikaları, HES’ler, taş ocakları iktidarın kalkınma mitini dayandırdığı türlü bilim dışı uygulama bu felaketin esas sebebidir. Tekrarlanmaması için acilen önlemler alınmalı, devam eden rantçı, bilim dışı uygulamalar ve politikalar sonlandırılmalıdır.