Kamp Armen  ya da can suyu

> GÜLFER AKKAYA@gulferakkaya

İki katlı kerpiç evimizin kapısının önüne iki adet selvi ağacının dikilişini hayal meyal anımsıyorum. Küçüğüm. Ne olacak aklım almıyor. Merakla bekliyorum.

Yan yana dikilecek ağaçlar için iki çukur kazıldı. Ortalık bayram yeri gibi. Kalabalık. Heyecanlı bir kalabalık üstelik. Dersin ne yapılıyor?

Alt tarafı iki ağaç dikilecek. Ama köy yerinde ağaç dikmek günlük bir iş değil. Haliyle çekici, merak uyandıran bir yanı oluyor.

En çok çocuklar merak ediyor ne yapılacağını. Telaşlı bir bekleyiş var çocuklarda. Olacakları kesintisiz görebilmek için kalabalığın arasından çukurlara doğru ilerliyor bir kaçımız.

Gözüm annemin üzerinde. Ufacık da olsam yine de öğrenmişim ne yapılacaksa ilk ve en çok o yapar. Annem çukurların yanında yatan ince dallardan birini alıp çukurun içine dikiyor. Amcamın oğlu olmalı, kürekle çukurun yanında koyu bir gölgelik gibi duran ıslak toprağı çukura doğru dolduruyor.

Aynı işlem ikinci ağaç için tekrarlanıyor. Ardından çukura doldurulan toprağı elleriyle bastırarak sıkıştırıyorlar.

Ağaçlar çukura dikilip, diplerine toprak doldurulduktan sonra bakır bakraçlarda bekleyen sular sırası ile her birine dökülüyor. Annem “Can suyu bu” diyor. “Ağaçları hayatta bu su tutacak. İlk su çok önemli” diye ekliyor.

Ardından, duyulur duyulmaz bir sesle dua ediyor.

Olanların bir kısmını anlayıp, bir kısmını anlayamadığımı anımsıyorum şimdi.

Ağaç dikimine hayatımda ilk kez böyle tanık olmuştum. Sonra her iki selvi büyüdü, kocaman ağaçlar oldu. Ağaçların boyu iki katlı evimizin boyunu birkaç yılda geçti. Sert rüzgarlarda omuz omuza önce bir yana, sonra diğer yana yatıyorlardı. Ama ne yatma. Yere değeceklerini sanırdım. Korkardım..

İlk o zaman öğrendim ağaçlara isim verildiğini. Kim o ağacı dikmişse onun ismi verilirdi ağaçlara.

Evimizin biraz uzağında bulunan bahçemizde de selvi ağaçları vardı. Asker taburu gibi yan yana ve ard arda dizilmiş bir grup selvi… Hala hayatta olanlar var.

Bu ağaçların gövdelerine kendi isimlerimizi yazardık. Böylece o ağaç o kişinin olurdu. Gerçi ağaçları dikenler değil, onların çocuklarıydı ağaç gövdesine isimlerini yazan. Ne olacaktı? Tabii bir de o kadar çok kişiydik ki, aynı ağaca bazen iki, bazen de üç kişinin ismi kazınırdı.

İsimler ağacın gövdesinde ıslakken yeşil renkli olur ve yolunmuş saç gibi görünürdü. Üzerinden zaman geçince çatlakları mevcut kabuk bağlamış bir yaraya dönüşürdü. Çoğu zaman isimler okunmaz olurdu.

Yıllar sonra ilk kez bahçeye gittiğimizde isimlerimizin yazılı olduğu ağacı nasıl da aramaya koyulmuştuk! Yazık ki hüsranla karşılaştık. Kimi ağaçlar yerlerinde yoktu. Kimi çok yaşlı ve yorgundu. Bedenindeki izler silinmiş, anlamsız yarıklar halini almıştı. Sadece tek tük birkaç ağaç gövdesinde isimlerle karşılamıştı bizi.

Nasıl da sevgiyle ağaçları sırası ile kucaklayıp öpüvermiştik. Sonraki yıllar da yinelenecekti bu sarılıp öpmeler.
Gidenlerin anısına. Kalanlara minnetle.

Geçtiğimiz hafta bir grup HDP’li kadın Kamp Armen’i ziyaret ettik. Orada bir hafta boyunca her gün kalan arkadaş bizlere kamp hakkında bilgi veriyordu. Bir ara kampın bahçesindeki çok sayıda ağaçları sorduk.

Kamp oraya yapıldığında her yer çorakmış. Kampın her iki bahçesindeki ağaçları kampta kalan çocuklar dikmiş, ilk can suyunu onlar vermiş.

Ve elbette kim hangi ağacı dikmişse ağaca kendi ismini vermiş.

Bunu duyunca Kamp Armen’den kopup çocukluğumun bu kısa serüvenine gidivermiştim. Heyecanlanmıştım. Sonra bakışlarımı bahçenin orta yerinde duran devasa incir ağacına çevirdim. Acaba onu kim dikmişti? İsmi neydi?
Yazık ki incir ağacı dahil artık hiçbir ağacın ismi bilinmiyordu. Tuhaf değil mi? Oysa bilinmesi gerekirdi. Bilinmemesi değil.

Kamp Armen’in bahçesinden içeri girince bedeninizi bir ürperti sarıyor. Hafif bir üşüme. Şaşkınlık. Derin bir yalnızlık.
Sonra renkler kayboluyor. Her yer siyah beyaza kesiyor.

Kısa pantolonlu oğlanlar, kısa etekli kızlar ellerinde ufacık küreklerle çukur kazıyor. Boylarından küçük dalları çukurlara dikiyor. Can suyu veriyor. Ortalık o an renkleniveriyor.

Ancak fark ediyorum Kamp Armen’i kurtarmak sırf “başkalarının” geçmişini, anılarını, çocukluğunu kurtarmak değil. Kendi çocukluğunu, kendi geçmişini kurtarmakmış. Bu, kendimizle imtihanımızmış.

Bunların yanı sıra soykırıma, kentte yaşama hakkına, birliğe, dayanışmaya yönelik bir can suyu manasını taşımaktaymış.

Kamp Armen’e gidin. Hayatta kalması için hepimize ihtiyacı var.

Yok yok doğrusu şöyle. Bizler, anılarımızın, geçmişimizin hayatta kalabilmesi için Kamp Armen’e sahip çıkmak zorundayız.