Yılın ilk yarısında gerçekleşen bütçe açığının (23.2 milyar TL) öngörülen resmi açığı (10.3 milyar TL ) ikiye katlaması ve gayrı ...

Yılın ilk yarısında gerçekleşen bütçe açığının (23.2 milyar TL) öngörülen resmi açığı (10.3 milyar TL ) ikiye katlaması ve gayrı resmi revize açığı (2008 Yılı Katılım Öncesi Ekonomik Program’da resmi açık gayrı resmi olarak 48 milyar TL’ye yükseltilmiştir) yarılaması, başta hükümet olmak üzere sermaye çevrelerini hayli telaşlandırmış bulunuyor.
Telaşlanma, durumdan rahatsızlık duymaktan ziyade durumun sürdürülüp sürdürülemeyeceği endişesinden kaynaklanıyor. Durumdan her iki kesimin de rahatsızlık duymadığı çok kesin. Çünkü veren memnun alan memnun misali, her iki kesim de bütçenin açık vermesi sürecinden karşılıklı olarak nemalanmışlardır. Açığı tetikleyen yerel yönetimlerin cari ve yatırım harcamalarını finanse etmek için merkezi yönetim bütçesinden ayrılan gelir payları ve transferlerdeki yüksek oranlı artışlar, yerel seçimlerde hükümete siyasi rakipleri karşısında göreli bir avantaj sağlarken; yerel yönetimlerle çalışan sermaye çevrelerini (hiç kuşku yok ki, aslan payını da yandaşlar almıştır) işlerin kriz nedeniyle kesat gittiği bir ortamda ihya etmiştir.
Peki o zaman bu çevrelerin “Bütçe açığı kötüdür” çığırtkanlığı niye? Geçmiş kriz deneyimlerinden bilinir ki krizlerde özel sektörün zorunlu küçülmesinin yarattığı boşluğu devlet doldurur. Devlet bütçe politikasıyla devreye girdiğinde, bütçe açığı kaçınılmaz hale gelir ve süreç içerisinde giderek katlanır. Çünkü böyle ortamlarda kamu (bütçe ) harcamaları artar ve özel sektörün azalan iktisadi etkinlikleri nedeniyle vergi gelirleri ve ağırlıklı olarak bu kalemden oluşan kamu gelirleri azalır. Dolayısıyla yaşadığımız kriz ortamında, benzer bir bütçe deneyiminin yaşanacak olması sürpriz sayılmamalı. Zaten yazımızın başında verdiğimiz açıklanan bütçe büyüklükleri de sürecin başladığını gösteriyor.
Ancak sürecin böyle sürgit gideceğini peşinen söyleyebilmek de pek mümkün değil. Bunun iki önemli nedeni var. Birincisi olası bir IMF anlaşması, diğeri hükümetin açığın sürdürülemeyeceği endişesiyle harcama azaltıcı ve gelir artırıcı önlemlere başvurma olasılığı. Birinci olasılığın geçerli olması durumunda, klasik kemer sıkma politikalarının devreye girecek olması nedeniyle kamu harcamalarının köklü bir şekilde kısılacağı açıktır. Bunun için IMF’nin Kasım 2008-Ocak 2009 döneminde Ukrayna, Macaristan, Pakistan, Letonya, Belarus ve Sırbistan’la imzaladığı 6 adet stand-by anlaşmasına bir göz atmak yeterli.
Benzer şekilde, IMF ile anlaşma yapılmadığı durumunda da onun telkinleriyle ve açığın sürdürülemeyeceği endişesiyle de kemer sıkıcı politikalara başvurulabilir. Dolayısıyla, ikinci olasılık da mümkün gözüküyor. Nitekim hükümetin olası harcama azaltıcı ve gelir artırıcı önlemler saklanır olmaktan çıkmış durumda ve çarşaf çarşaf yayımlanıyor.
Şurası bir gerçek ki, her iki olasılıkta da devreye girecek kemer sıkma politikaları, içinde bulunduğumuz durgunluğu daha da pekiştirici sonuçlar yaratacaktır. Dolayısıyla böyle bir uygulamadan kaçınılmalıdır.
Yapılacak şey,  “Bütçe açığı kötüdür” çığırtkanlığına kulak tıkayıp kamu harcamalarının artırılması gereğini yüksek sesle dile getirmek olmalıdır. Ancak bir koşulla; harcamaların nemasından başta emekçiler olmak üzere geniş halk yığınlarının da geniş ölçüde yararlanabilmesinin sağlanmasıyla. Ancak o zaman katlanan bütçe açığı bu kesimler açısından katlanabilir ve toplumsal açıdan meşru olacaktır. Yeter ki, bu kesimlerin refahını ve iş buma olanaklarını arttırıcı sosyal altyapı harcamalarına merkezi bütçeden kaynak aktarabilmiş olsun.