Kamu İhalelerinde Olağan İşler isimli kitapla devletin kaynaklarının rekabetsiz bir şekilde belirli şirketlere aktarıldığını ortaya koyan Toker, “Kamu kaynaklarının musluğu iktidarın elinde. Bu musluğun en gür aktığı yerlerden biri de ihaleler. Milyarlar buralarda el değiştiriyor” diyor

Kamu İhalelerinde Olağan İşler kitabının yazarı Çiğdem Toker: Milyarlar el değiştiriyor

HÜSEYİN ŞİMŞEK

Tartışmalı kamu ihalelerini yazılarına taşıması ile tanınan gazeteci Çiğdem Toker, Tekin Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı “Kamu İhalelerinde Olağan İşler”i BirGün’e anlattı.

Meslek hayatı boyunca yazdığı haberlerle kamu ihalelerinin iç yüzünü yansıtan Toker, “21/b adı altında yapılan rekabetsiz, kapalı ve devleti zarara uğratan ihaleler ile bir grup firmaya aktarılan kamu kaynaklarını gözler önüne sermek istedim” dedi.

Gazeteci Çiğdem Toker, meslek hayatı ve yeni kitabına ilişkin BirGün’ün sorularına yanıtladı:

Uzmanlaştığınız alanlardan biri kamu ihaleleri. Neden bu alanı tercih ettiniz?

Uzun süre sahada ekonomi muhabirliği yaptım. Hem kurum takibi hem de bilfiil binaların önünde saatler, günler süren bekleyişler. 2001 ve sonrasında insanüstü denebilecek bir mesaimiz oldu. Meclis ayağında da Plan ve Bütçe Komisyonu vardı. Mali yasalar görüşülürken gece gündüz süreçlerin içindeydik. Tercih biraz bu süreçlerle şekillendi, bunların var ettiği birikim denebilir. Çünkü devlet çarkının nasıl işlediğini net görüyorsunuz. Devlet aygıtını iktidar kullandığı için kamu kaynaklarının musluğu da elinde. Bu musluğun en gür aktığı yerlerden biri ihaleler. Milyarlar buralarda el değiştiriyor. Gazetecilik de burada devreye giriyor. İktidar bizlerin parasını harcama yetkisini bütçe ile alıyor. Bu tahmin ettiğimizden çok daha büyük bir yetki. Gazeteci de gücünü halkın haber alma hakkından alarak bu harcamaların nasıl yapıldığına bakıyor.

Yoğunlukla bu alanı izlemek farklı bakış açıları kazandırdı mı?

Çok pratik yapınca ülkeyi sevme biçimlerinin ne kadar farklı olduğunu görüyorsunuz. Devletin kutsal olmadığını, bu dünyaya ait ve günlük ihtiyaçlar üzerinden işleyen aygıtlar bütünü olduğunu görüyorsunuz. Bilebilirsiniz tabii de tanıklık etmek apayrı bir deneyim. Kapalı odalarda, ilan etmeden ihaleler yapmanın, liyakatsiz eşi, dostu, akrabayı devlete yığmanın, durmadan büyük kamu binaları yapmanın, sürekli tefriş edilen makam odalarının dindarlıkla milliyetçilikle ülke severlikle nasıl bir ilgisi olduğunu gözlerinizle görüyorsunuz. Meselenin can alıcı boyutu vatandaşlığı iyi bilmek ve yurttaşlık haklarına sahip çıkmakla ilgili. Ama din istismarı ve medyanın kuşatılması sebebiyle aşamadığımız en kronik sorun da yine budur.

Kitabınızın içeriği ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Olağanüstü durumlarda kullanılması gereken bir ihale usulü var. Pazarlık usulünün bir çeşidi. Adını ihale yasasındaki maddeden alıyor. Bu usul son yıllarda olur olmadık her ihalede kullanılıyor. Konumuz da bu. 21/b ile yapılan rekabetsiz, kapalı, devleti zarara uğratan ihalelerin çokluğu. Bir grup firmaya akan kamu kaynakları.

Kitap sonundaki liste, bir ilk. 2013’ten günümüze 21/b usulüyle yapılan ihaleler listesi. Kitabın iddiası da bu. Oradaki büyüklükler, ihale sıklıkları ve şirketlerin dağılım ve ağırlığı bize bir şeyler anlatıyor. Olağanüstü durum yokken sık sık kullanılmasının insanın aklına önceden ince ince tasarlandığını getirmemesi imkansız. Bunları ortaya koymak istedim.

Eleştirdiğiniz ihale modelleri arasında, “garanti” verilerek yaptırılanlar var. Örneğin, şehir hastaneleri. Bu model neden sakıncalıdır?

Çünkü çeyrek yüzyıla varan süreleri içeren sözleşmeler yapılıyor. Döviz üzerinden Sağlık Bakanlığı, kendini bu hastaneleri yapıp işleten şirketlerin kiracısı haline getirdi. Müteahhit, yatırım parasını birkaç yılda çıkardıktan sonra, gasilhaneden görüntülemeye, valeden kafeteryaya sürekli fatura kesiyor. Çünkü ileride krediyle ilgili uyuşmazlık çıktığında Türkiye’deki mahkemeler değil Londra’daki tahkim yetkili. Ve bunu torba yasaya madde ekleyerek yaptılar. Gerekçesi ibretliktir, tutanaklara geçmiştir. Sağlık Bakanlığı bürokratları, “Kredi kuruluşları buradaki mahkemelere baskı yapılacağından endişe ediyor” dedi.

Bu hastaneler öyle büyük ki doktorlar bina içinde bir yerden bir yere akülü araçla gidiyor. Hasta aleyhine bir durumu reklam vesilesi yaptılar. Şehrin göbeğindeki köklü hastaneleri kapattılar. Yeter ki o şirket para kazansın, tek amaç bu. İnsanlar mağdur. Yapılan sözleşmeler saklanıyor. Devlet diyor ki “Ticari sır.” Akıl almaz işler. Kendimizi saymayalım ama çocuklar, torunlar hatta onların çocuklarının gelirinden çalan modeli yürütüyorlar.

Yap-İşlet-Devret modelli havalimanları, gar, otoyollar var. Onlar da dahil mi?

Kamu Özel İşbirliği bu modellerin tamamının adı. Küresel sermayenin isteğiyle ortaya çıkan bir model. Başındaki kamu kelimesi yanıltıcı. Özelleştirme kelimesi aşındığı için bu isim biraz daha ikna etmeye elverişli diye düşünülmüş olmalı. 2006 yılından itibaren ilerleyen bir süreç. Otuz küsur şehir hastanesi, onun dışında YİD’li havalimanları, gar, tüneller, otoyollar var. Bu mesele radikal ve farklı bir çözüm bulunması gereken bir eşikte.

Kitabınızda ihalelerde fiyat dışı unsurlardan da bahsediyorsunuz. Ne işe yarar bunlar?

Kamu İhale Kanunu’nda yer alan bir madde aslında. İhalelerde en ekonomik teklifi veren değil başka firma kazanınca bunu gerekçe gösteriyorlar. Bir demiryolu ihalesi örneği var. 100 milyon liranın üzerinde daha fazla masraf çıkaran firma ile sözleşme imzalandı. Bazı yapım işlerinde mesafe veya lojistik durumlar gerekçe gösteriliyor fiyat dışı unsur olarak. Bu düzenlemenin sakıncası da var tabii. Çünkü idareye takdir yetkisi vermiş. Hesap verilebilir bir devlette böyle bir unsur gözetilerek iş veriliyorsa halka sebepleri ile açıklanmalı çünkü onun parasını harcıyor.

Yazılarınızda salt kavramlardan bahsetmiyor, birçok kavramın açıklamasını da yapıyorsunuz. Bunu yapmak neden önemli?

Gazeteyi eline alan birini düşünün, varsayın ki okuma yazmayı yeni öğrendi, “Onun anlayacağı şekilde yaz” derlerdi bizlere. Her haberde buna uyamayabiliyoruz belki ama kitap kalıcı bir üretim olduğu için bu gereklilik vardı bence.

Yoksullaşmanın, güvencesizleşmenin bir sebebi iktidarın vatandaşa ait kaynakları küçük bir azınlığa aktarmasındandır. Bu gerçeği olabildiğince anlatmam gerektiğini düşündüm.

Kamu kurumlarını denetleyen kurum Sayıştay’ın raporlarında son yıllarda bir sadeleşme var. Etkisizleştirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Sayıştay neden önemlidir? Bu etkisizleştirilmeyi neye bağlıyorsunuz?

Sayıştay, vergilerimizin nasıl harcandığını denetleyen Anayasal kurum. Hayati önem taşıyor. Sayıştay kendini anlatırken “Hesap verebilirlik, saydamlık” diyor. Kamu kaynaklarının düzgün harcanmasından bahsediyor. Bizim söylediğimiz şeyleri söylüyor aslında. O nedenle biz gazetecilerin yönünün oraya dönmesi normal. Meclis adına yapıyor denetimi. Sayıştay’a hesap yargılama yetkisi verilmeyerek yargısal denetim yetkisi elinden alındı. Neredeyse on yıldır sorumluların hesap ve işlemleri yargılanamıyor.

AKP iktidarının 17 yıllık ihale sicilini, ekonomik sicilini nasıl görüyorsunuz? İhaleleri için “temizdi” diyebilir miyiz?

Pamukova, Çorlu, Ankara tren kazaları art arda çok canlar aldı. Üç büyük tren kazası ve hala sinyalizasyon ile kontrol sistemlerinin sorunlu olduğu söyleniyor. Yeni kazaların tekrarlanmayacağının garantisini veremiyor ne iktidar ne de şirketler. Sicil ortada yani. Yol, havalimanı projelerinin bir kısmı son derece verimsiz, pahalı ve üstelik muazzam çevresel yıkımlarla ilerliyor.

Bu ihaleleri, projeleri onaylayan zihniyet görevden uzaklaşırsa ne kadar sürede toparlarız bu durumu? Ne kadar sürede bu tahribat giderilebilir?

Şirketlere ve küresel finansa verilen ağır taahhütlerden dolayı kolay değil. Ama devlet olmak tam da bu. Çünkü devlet, yurttaşların haklarını korumak, onların hayatını daha iyi kılmak için var. Dolayısıyla bu radikal kararı almalı. Bu modeli bize ihraç eden İngiltere, yurttaşlarının tepkisi üzerine özeleştiri yaparak vazgeçti. Orada vatandaş tepkisinin bir kıymeti var tabii. Bizde durum ortada, ifade özgürlüğü kanalları ve örgütlenme sahası sorunlu. Sonuç olarak meşru, yasal ve güçlü bir siyasi irade değişikliği bunlara son verebilir. Son vermek zorunda zaten. Çünkü bu yapılmazsa en az yarım yüzyıl boyunca ülkenin geleceği ipotek altında.