Geçen haftaki yazımızda, AKP iktidarının özelleştirme ve çevre ile ilgili iptalleri

Geçen haftaki yazımızda, AKP iktidarının özelleştirme ve çevre ile ilgili iptalleri, yerindelik denetiminin sonucuymuş gibi sunmasını maksatlı bir çarpıtma olarak değerlendirmiştik.

Ne yazık ki, sermaye çevrelerinde hemen kabul gören bu çarpıtma “hayır” diyen sol çevreleri (bunun tek istisnası, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası’dır. Bu farklı tutumun ayrıntısı için Oda’nın yayımladığı Anayasa paketi-Görüş ve Öneriler başlıklı kitapçığa bakılabilir) de etkilemiştir. Bu etkilenme sonucu bu çevrelerde “yargısal kazanımların hukuka uygunluk denetimiyle değil, yerindelik denetimi sonucunda elde edildiği” algısı geçerli olmaya başlamıştır. Bu algı, referandum sonrasında da devam ediyor.

Bu tür bir algının oluşmasında, AKP’nin çarpıtması kadar mevzuatta konuya ilişkin bir düzenlemenin yanlış yorumlanmasının da önemli bir katkısı vardır. Bu ikincisini biraz açalım. 1990 öncesinde tüzük incelemelerinde Danıştay “yerindelik denetimi” yapıyordu. Özal hükümeti bu uygulamadan rahatsızdı; yürütmenin elinin kolunun bağlandığını düşünüyordu. O günkü hükümet, bu denetimin yolunu açan Danıştay Kanunu’nda değişiklik yaparak bu yetkiyi Danıştay’ın elinden aldı. Ancak bu düzenleme o günkü muhalefetin konuyu Anayasa Mahkemesi’ne götürmesi ve ardından Mahkeme’nin aldığı 1991/15 numaralı kararla iptal edilmiştir. Ve böylece Danıştay tüzük incelemelerinde yeniden “yerindelik denetimi” yapar hale gelmiştir. “Yerindelik denetimi” yapılıyor izlenimi, büyük ölçüde bu istisnai durumun genelleştirilmesinden kaynaklanmıştır.

Oysa bu izlenim yanıltıcıdır. Tüzük incelemeleriyle ilgili davalar dışarıda bırakıldığında, yapılan denetimin hukukilik denetimi olduğu çok açık bir şekilde görülür. Peki bu tür davalarda istisnalar olamaz mı? Yani yerindelik denetimi yapılarak karar verilemez mi? Olabilir ancak bunun karar gerekçesinde belirtilmesi mümkün değildir. Çünkü karar daha baştan tartışmalı hale gelir.

Denetim hukuki olunca, kamu yararının idari mahkeme tarafından gözetilmesi kaçınılmaz olacaktır; geçmişte kazanılan iptal davalarında olduğu gibi. Dolayısıyla hükümet çevrelerince seslendirilen ve “hayır” diyen sol çevrelerde de kabul gören “bütün çevre ve özelleştirme davalarının düşeceği ya da kaybedileceği” iddiası gerçekçi değildir. İlgili anayasa değişikliği, hiçbir şekilde şimdiye kadar ki yargısal kazanımların gölgeleneceği anlamına gelmiyor. Bu tür davalar nasıl açılmış ve kazanılmışsa, aynı şekilde açılabilecek ve kazanılabilecektir.

AKP iktidarı , “kamu yararı” kavramını istenmeyen bir kavram haline getirmiş ve siyasi iktidarın hizmet ölçütleri arasından çıkarmış olabilir. Yani, AKP iktidarı kamu yararı karşısına piyasa çıkarını koymuş olabilir. Bugüne kadar ki uygulamaları da zaten bunun böyle olduğunu gösteriyor. Ancak yapılan anayasa değişikliği ile yargının da böyle davranmak zorunda olacağını ileri sürmek, yukarıda sıraladığımız nedenlerle mümkün görünmüyor. Yalnız belirtmeliyiz ki bu güvence eskisinden farklı olarak bıçak sırtında bir güvence. HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısında yapılan değişikliklerle yargı büyük ölçüde yürütmenin egemenliğine sokulmaya zorlanıyor. Dolayısıyla iptal kararlarının alınmasında güçlüklerle karşılanması sürpriz sayılmamalıdır. Şurası unutulmamalıdır, bu tür iptal davaları bir yanıyla da toplumsal davalardır. Kamu yararı açısından hayati öneme sahip bu tür davalarda örgütlü bir duruş sergilenmeli ve mücadele edilmelidir. Bu ayak eksik kaldığında, süprizlerin gerçekleşme olasılığı yüksek olacaktır. Umarız bu gerçeği unutmayız.