Prof. Dr. Engin Berber, “Salgın başta sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik alanı olmak üzere, devletin vazgeçilmez rolünü tartışılmaz biçimde ortaya koymuştur” diyor.

Kamuculuğun önemini toplum daha iyi kavradı

Namık ALKAN

Küresel koronavirüs salgınının ekonomideki olumsuz etkileri, kendisini dünya genelinde gösterdi. Bu süreçte düşük gelir düzeyine sahip olanlar, Covid-19’dan daha çok etkilendi. Peki, salgından sonra bizleri ne bekliyor?

Ege Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünden Prof. Dr. Engin Berber, BirGün’ün konuya dair sorularını yanıtladı.

Salgının gelişmiş ülke ekonomileriyle, az gelişmiş ülkelerin ekonomisine etkisi farklı oldu. Ayrıca eşitsizlik gözler önüne serildi. Bu tablodan özellikle etkilenen kesimler için ne diyebiliriz?
Covid-19 her sıkletten ülkeyi birçok bakımdan olumsuz etkiledi ama elbette aynı oranda değil. Küresel salgın en çok, dünyanın her ülkesinde sayılarına oranla ulusal gelirden az pay alan toplumsal kesimleri: Ücret karşılığı çalışanlar (işçi), sabit gelirliler (emekliler), serbest çalışanlar (esnaf) ve köylüyü vurdu. GSMH’si yüksek ülkeler, mağdur kesimlerin kayıplarını ulusal bütçelerinden yardım paketleri açarak gidermeye veya küçültmeye çalıştılar. Bu hamlenin sosyal devlet olmak ve/veya kamu yararı ilkesini önemsemek kadar, mevcut iktisadi düzeni tehdit edebilecek olası kitlesel gösterilerden sakınmak için yapıldığını düşünüyorum. ABD ve Fransa’da, bu değerlendirmeme hak veren bazı kitlesel eylemlerin gerçekleştiğini anımsatmak isterim. Salgının eşitsizlikleri daha görünür kılıp kılmadığına gelince, eve kapanmanın doğal sonucu olarak, bilgisayarda sosyalleşmeye ayrılan zamanın uzaması farkındalıkları artırmıştır ama bakmasını bilene. Zira geçtiğimiz hafta bir taksi şoförü salgınla ilgili bana, “Amerika bile başa çıkamadı, bizimkiler iyi idare etti” demişti.

Peki, pandemi dünyada ne gibi değişikliklere yol açacak? Dünya daha otoriter mi, yoksa daha demokratik yönetimlere doğru mu ilerleyecek?
Sovyetler Birliği dağıldığında kapitalizmin zaferini ilan edip, küreselleşmeye övgü düzenler, savlarını ve o günlerde savundukları mevzileri çoktan terk etti. Tarihsel pratik, düşünce evrenimizin olaylar ve hukuk kadar hızlı değişmediğini ortaya koymuştur. Benim gördüğüm, küresel ölçekte söz sahibi olan ve olmaya çalışan ülkelerin, daha çok gözetleyip denetleyen yönetimlere evrildiğidir. Salgın öncesinde dijital uygulamalar, para ve zamandan tasarruf fırsatı verdiğinden, gönüllü olarak gündelik yaşama alınıyordu.

Şimdi ise bir kafede yüz yüze sosyalleşebilmek, AVM’ye girebilmek ya da banka hesabımızdan ATM’den alamayacağımız miktarda nakit para çekebilmek için HES kodu almak zorundayız. Seyahat etmek veya pasaport alabilmek için, aşı kartı edinmek zorunda olacağımız gibi. Demek istediğim, yönetilenlerin denetlenip gözetlenmeyi bundan böyle zorunlu gönüllü kabul edeceğidir. İktidarların bu kodları, toplum sağlığını muhafaza etmek yerine, bizleri gözlemek-izlemek için kullanmayacağını kim garanti edebilir? Uzaktan çalışma ve eğitimle eve getir yöntemiyle alışveriş etme gibi, Covid-19 günlerine özel uygulamaların, tam normalleşme sonrası gündelik yaşamımızda daha fazla yer kaplayacağını öngörüyorum. Salgın, başta sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik alanı olmak üzere, devletin vazgeçilemez rolünü tartışılmaz biçimde ortaya koymuştur. Ortak yararımızı önceleyen, dolayısıyla daha eşitlikçi bir dünya için fırsatların tepildiğine hep birlikte tanık oluyoruz.

kamuculugun-onemini-toplum-daha-iyi-kavradi-855758-1.
Engin Berber

Dünyanın önde gelen zengin ülkeleri aşı stoklarken, henüz aşıya sahip olamayan ülkeler var. Bu gelişmeler bize ne anlatıyor?
Aşıya ulaşım noktasında, dünyadaki eşitsizliğin birincil sebebi insanı dışlayıp kazanç ve kâra odaklanmış kapitalist düzendir. Dünya Ticaret Örgütü kuruluş yasasının bir maddesi, patent bedeli ödemeyen ülkelerin aşı, ilaç vb. sağlık ürünlerine ulaşımını engelliyor. Üretim kapasitesinin düşüklüğü, nakliye ve depolamada özel koşullar oluşturmada yaşanan zorluklar da var. Geri bırakılmışlığından tamamen Batı’nın sorumlu olduğu yerlerde, örneğin Afrika’da aşılamaya neredeyse hiç başlanamadı.

Türkiye’ye gelince, AKP iktidarının, 1928 yılından beri yerli aşı, serum, tohum üreten Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapatmasının yanlışlığını yaşayarak gördük. Ne yazık ki, Türkiye aynı Yunanistan gibi, iktidar yandaşlarına sıra dışından aşı vurdurmak şeklindeki etik dışı uygulamalarıyla tüm dünyaya afişe oldu.