Kamusal alan toplumun bir araya geldiği paylaşım alanlarıdır. Bu bağlamda bir kentte yaşayan herkesin özgürce hareket ettiği, sivil buluşmalar ve ortaklaşan eylemler için kullanılan alanlardır. Bizim ülkemizde kamusal alan çeşitli biçimlerde ama malum sebeplerle devlet ve iktidar tarafından tehlikeli bir alan olarak tanımlanır. Bu nedenle de genellikle kent meydanlarımız, sokaklarımız, halkın buluşma merkezleri devletin gücünü türlü şekilde göstermeye yönelik kullanım ve kontrolle toplumu şekillendirmek üzere zaptedilmiş durumda. Halkını, vatandaşını iktidarının tebası olarak gören anlayış düzenin sorgulanmaması için kamusal alan üzerinden bir hegemonya kurmayı amaçlıyor. Bu bağlamda kamusal alan devletin tasarladığı toplum için sivil ve özgür toplumsal hareketlerden “kurtarılıyor”.

Geçmişinden kopuk, geleceğe dair umudu tüketilmiş, bugününü kazasız belasız geçirmekten başka gayesi olmayan sessiz toplum için sıradanlaştırılan kentlerde yaşıyoruz. Kamusal alan devletin gücünü gözümüze sokacak yapılar yanı sıra neo liberal ekonomi politikaları bağlamında gelir getirici kentsel dönüşüm projeleriyle şekillendiriliyor. Milli ve dini değerler açısından son derece kısır bir yorumla, hatta işine geldiği gibi eğip bükerek tarihi de siyasal araç olarak kullanıp yeniden kendi istediği şekilde yazan iktidarın yerel yöneticileri iktidarın temel açmazı olan kültürsüzlüğün elçileri olarak kentleri kendi zevkleriyle dönüştürüyorlar. Artık tüm kentler “şehir mobilyalarıyla” tek tip. Birileri para kazansın diye siyasal İslam’ın figürleriyle (laleler, tuğralar…), Selçuklu mimarisi taklidi motiflerle donatılmış led ışıklar, bozuk olmadığı halde yerinden edilen, yıllardır aydınlattığı sokaklardan sökülen, kent belleğinin parçası olan sokak lambaların yerini alıyor. Birilerinin cebi dolarken kentler sıradanlaşıyor. Güzelim mimari eserler camekan iş merkezlerine feda ediliyor. 70’lerin seramik motifli sanat eserleriyle bezeli apartmanlar saygısızca parçalanıyor. Alüminyum, çelik ve granit tek tip binalar “yeni” oldukları için milyon dolarlar ediyor.

Özellikle son yirmi yılın siyasal iktidarı için tarihsel ve kültürel birikim, estetik, sanat toplumu bozan unsurlar olarak görülüyor. Çağdaşlığın simgesi olarak görülen sanat eserleri arasında özellikle heykeller hedef alınıyor. Cumhuriyet Türkiyesi’nin simgeleri kamu mallarının, fabrikaların, kurumların içi boşaltılan hazineye para yaratmak için satılmasıyla başlayan süreçte kamusal alanda yer alan eserler de bu düşmanlıktan nasibini alıyor ve aç gözlülükle yeni yatırım alanları için feda ediliyor. Hınç ve doymazlık toplumu besleyen damarları bir bir düğümleyerek sistemli dönüşümü örüyor.

İşte bu yok oluşun ilk örnekleri 70’lerde Kuzgun Acar’ın “Türkiye” adlı eserinin sanatçının haberi olmaksızın tahrip edilmesiyle başlar. 80’lerde 12 Eylül darbesiyle birlikte Kenan Evren tarafından talimatlandırılan askerler ülkenin dört köşesinden sayısız sanat eserlerini kaldırırlar. Bu dönem sanatçıya ihtiyaç duyulmaksızın her yere orantısız, proporsiyonsuz, tek kalıptan çıkmış Atatürk heykelleri dağıtılır. Kentler belleğinden ve nitelikli sanat eserlerinden kopartılırken Atatürk’ün fikrine, aydınlanma devrimlerine, sanat ve bilimle kalkınan çağdaş Türkiye eserine ihanet edilir. AKP iktidarıyla birlikte heykeller put, edepsiz, ahlaksız ilan edilirken de “içine tükürülen” sanat artık yerini belleksiz kentlerin alçıpan simgelerine bırakır. Kent girişlerinde Van kedileri, sürahiler, meyveler… Üstelik eciş bücüş. Alabildiğine görsel kirlilik.

Bugüne geldiğimizde artık hava alanlarımız ince belli çay bardağı şeklinde. İnşaat ve sanatın bir arada ele alındığı mega projelerle dünya lideriyiz. En büyük ekonomiyle iş cinayetlerinde rekor kırıyoruz. Tahrip edilmemiş nadir eser de polis ablukasında. Başkentin göbeğinde insan hakları anıtı zincire vurulup tutuklanırken, İstanbul Galatasaray meydanında bir bankanın üst katından İlhan Koman’ın “Akdeniz’i” Cumartesi Anneleri’ne yapılan zulmü izliyor. Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı artık Kuzgun Acar’ın eserleri gibi sadece fotograflarda.

Geçtiğimiz gün Metin Yurdanur 1991 yılında Zonguldak'tan Ankara'ya yüzbinden fazla işçiyle gerçekleşen "Büyük Madenci Yürüyüşü"nün ardından Kozlu’da yaptığı madenci anıtının kendisine haber verilmeden boyandığını duyurdu. Belediye Başkanı Ali Bektaş’la görüşme talebine de karşılık bulamayan sanatçımız sanatıyla bu ülkenin toplumsal olaylarını, kültürel simgelerini, Abidin Dino gibi sanatçılarını kamusal alanda halkla buluşturuyor. Kent estetiğine sunduğu katkı yanında eserleriyle toplumsal belleği ve kamu vicdanını diri tutuyor. 1991 yılında maden emekçilerinin hakları için Türk-iş ve Genel Maden İş sendikalarının desteklediği yürüyüşün üzerinden yirmi yıldan fazla geçmiş. Soma’nın acısı soğumadan Bartın’da emekçilerimiz toprağa düşmüşken yakılan ağıtlar, yazılan şiirlerle, heykellerle itişip kakışan iktidar can güvenliği dururken ceset taşıyıcılığıyla övünüyor. 1991’de Zonguldak’ta madencilerin yürüyüşüyle anlam kazanan kamusal alan yeni yürüyüşler olmasın diye kültürsüzlüğe terk ediliyor. Anıta ve sanata yapılan saygısızlıkla bellek ve bilinç çürütülüyor. Cahilin vandalizmi heykellerden insanlara yönelmiş, her gün şiddet haberleriyle kuşatılmış haldeyiz. Demokratik ve toplumun eşit yaşam alanı olarak tanımlanan kamusal alanı ideolojik bir alana dönüştürürken kendi birikimsizliğinin cüretiyle sanatçıya ve sanata müdahale edebilen yöneticilerin iktidarın erkine sırtını dayamış kibiri kabul edilebilir değil. Sanat yaşamın içindedir. Yaşamın kendisinden gelir ve yaşamı özgürleştirir. Özgürleşmek için öncelikle kamusal alanın kazanımı, sanatla ve hayatla buluşmaya ihtiyacımız var. Yaşadığımız yeri, yürüdüğümüz sokağı farketmek, tanıklıklarımıza tutunmak, baktığımız yerde güzeli görmek hakkımız. Bu nedenle bize dayatılan yozluğu, vasatı, sıradanlığı kabul edemeyiz. Özellikle yerel yönetimlerde kamusal alan ve sanat buluşması, şehir planlaması, kültür varlıklarının korunması ve restorasyonu, çevre düzenlemesi bürokrasinin, idarecilerin kişisel birikimlerinden -bu örnekte hadsizliğinden, birikimsizliğinden- kurtarılmalı mesleki kriterler gözetilerek uzman ve sanatçılardan oluşan özerk danışma kurullarıyla sürdürülmelidir.