Cumhuriyetçi kamusallığa karşı Yeni Osmanlıcı kültürel hegemonya aynı anda hem neo-liberal hem de dincidir. Dolayısıyla eğitim sisteminin kapitalizme açılmasıyla dincileşmesi aslında tek bir büyük dönüşümün iki ayrı vehçesine karşılık gelir

Kamusal alan ve kamusal  eğitim sayısı yazı çağrısı

Armağan Öztürk - Artvin Çoruh Üniversitesi Sosyoloji Bölümü

Cumhuriyet, yurttaşlık, yurtseverlik, kamusallık ve laiklik kavramları arasında kopmaz nitelikte bağlar vardır. Bu kavramsal set aydınlanmacı modernliğin siyasal tahayyülünü karakterize eder. Büyük bir resmin parçaları gibidir her biri. Toplumsal gerçekliği bu kavramlardan birine kapattığınızda, mesela laikliği yok etmeye çalıştığınızda diğer kavramların işaret ettiği davranış etiği yersiz ve öksüz hale gelir. Yurtseverlik olmadan yurttaşlık, kamusallık olmadan cumhuriyet, laiklik olmadan kamusallık olamaz. Eğitim ise cumhuriyetçi yurtsever yurttaşı ortaya çıkaran kurumsal yapıya karşılık gelir. Karanlığı aydınlığa taşıyan toplumsal kesit önemli ölçüde kamusal eğitimin eseridir.

Aydınlanmacı modernizmin temel izleklerine atıfla formüle edilmiş bu klasik giriş post-modern, dini ve liberal paradigmalarca ciddi ölçüde eleştirilmiş ve kamusal eğitim genel olarak tüm medeni dünyada özel olarak ise ülkemizde zemin kaybetmiştir. Ancak kamusal alan ve kamusal eğitimi yeniden düşünmemize yol açan bir dizi değişikliğin etkisini güçlü bir şekilde hissettirdiğini de söyleyebiliriz. Mesela kamusal alan tartışması 90’lı yıllardan itibaren tekrar başlamış rasyonel rıza ve eleştirel akıl gibi kavramların yol göstericiliğinde anayasal demokratik hukuk devleti için daha fazla kamusallık ve daha fazla demokrasi yönünde radikalleşme çağrılarının sayısı artmıştır. Kamusal alanın iktidara karşı bir etkileşim ve kontrol alanı olduğu gerçeği kamusal alanlarda üretilen tecrübeyi daha da önemli hale getirmiştir. Türkiye’de ise son çeyrek asra damgasını vuran ve Gezi olaylarında kendi yetkinliğine ulaşan hemen tüm toplumsal hareket ve olaylarda kamusallıktan izler vardır. Demokrasinin işleyişinden memnun olmayan ve daha fazla özgürlük talep eden yurttaşlar kamusal alanda görünür hale gelmeye çalışmışlardır. İktidara yönelik politik muhalefetin de kaynağı olan meşruiyet krizi kamusal alanın genişletilmesi ve çoğulcu hale getirilmesi yönündeki taleplerin sistem içerisinde yarattığı gerilimin bir sonucudur.

Kamusallık tartışmasının temel izleklerinden biri kamusal eğitimdir. Kamusal eğitim yurttaşa hitap eden laik ve parasız eğitimdir. AKP iktidarında kristalize olan yeni rejimin İslami ve neo-liberal paradigması hem kamusal alanı işlevsiz hale getirmiş hem de yurttaş özneyi özgürlükçü özünden uzaklaştırmıştır. Kamusal eğitimin parasız olma vasfını ortadan kaldıran kapitalist kuşatma bugünkü Türk milli eğitim sisteminin belirleyici niteliklerinden biridir. Neo-liberal paradigma içerisinde eğitim metalaşmış, bir yandan kamu özel gibi davranırken diğer yandan ise özel sektörün eğitim kurumları içerisinde ağırlığı artmıştır. Eğitimin kapitalizme açılmasının ilk doğrudan sonucu eğitim-öğretim etkinliklerinin toplumsal tabakalaşma ve sınıfsal eşitsizlikleri azaltmadaki rolünün sınırlanmasıdır. Cumhuriyetin yaygın ve parasız eğitimin en önemli kazanımı pek çok fakir ailenin çocuğunun eğitim yoluyla sınıf atlamasıydı. Ancak gelinen metalaşma düzeyi nedeniyle eğitimin bu özelliğini önemli ölçüde kaybettiği, köylü çocuklarının cumhurbaşkanı olduğu dönemin kapandığını söyleyebiliriz. Kamunun özele kaynak aktardığı AKP neo-liberalizmde verimlilik ve kalite kamusal eğitimin başlıca amaçları haline gelmiştir. Okulu işletme gibi gören bu anlayışın başta eğitimciler olmak üzere sistemin bileşenleri üzerinde yarattığı tahribat ise devasadır. Hemen tüm eğitim kurumları sözleşmeli ve güvencesiz çalışmanın yaygınlaştığı, öğretmen ve öğretim üyelerinin çalıştıkları kurumda karar alma süreçlerine katılan hak sahibi özneler olmaktan çıktığı bir süreci deneyimlemektedir.

Kamusal eğitimle ilgili ikinci önemli mesele laikliktir. Daha az laik bir devlet daha az laik bir eğitim sistemini beraberinde getirmiştir. Bu güncel durum laiklik olmadan bilimsellik olabilir mi sorusuyla birlikte düşünüldüğünde ortaya çıkan tablo daha da vahim hale gelir. Dinsel içerik ve simgelerin eğitim sistemindeki ağırlığı arttıkça bilimsellik kaygısı azaltmaktadır. Tabii bu sonucu çok da şaşırtıcı görmemek gerekir. Hiçbir şeyin eleştiriden muaf olmaması ve akıl üzerindeki her türlü vesayetin kalkması aydınlanmanın en genel talebiydi. Laiklik aydınlanmanın temelindeki bu ilkeyi hayata geçiren bir enstrümandır. Laiklik eğitimin temeli olmaktan çıkınca dogmatikleşme kaçınılmaz olur. Dogmanın yükseldiği bir yerde ise bilimsel bakış açısı varlığını koruyamaz.

Laiklik konusundaki hassasiyetin bilimsellik dışında da anlamları olduğu açıktır. İslamcı ideolojinin Müslüman kültürü dönüştürüp katılaştırdığı bir konjonktürde laikliğin yaşayabilmesi için İslamcı ideolojiye karşı durulurken Müslüman kültüre saygı duyulması gerekir. Bu hassas dengenin sağlanması noktasında cumhuriyetçi kamusal kültürün benzersiz bir üstünlüğü vardır. Ayrıca kapitalizm ile din arasında birbirini tamamlar nitelikte bir alt yapı-üst yapı ilişkisinin olduğu da ileri sürülebilir. Cumhuriyetçi kamusallığa karşı Yeni Osmanlıcı kültürel hegemonya aynı anda hem neo-liberal hem de dincidir. Dolayısıyla eğitim sisteminin kapitalizme açılmasıyla dincileşmesi aslında tek bir büyük dönüşümün iki ayrı vehçesine karşılık gelir.

Makaleyi sonuca bağlaman önce kamusallıkla kimlik arasındaki gerilimde eğitim sistemin oynadığı role ilişkin de bir şeyler söylemek yerinde olabilir. Kamusal eğitim cumhuriyetçi bir yurttaşlık modelini esas alır. Ancak bu tercih pek çok yorumcunun haklı bir şekilde belirttiği üzere cinsiyet ve etnisiteye karşı kör bir bakışı içerisinde barındırır. Cinsiyet karşısındaki körlük ataerkil kültürün yeniden üretilmesine ve homofobiye, etnisite karşısındaki körlük ise kültürel farklılıkların yadsınmasına yol açabilir. Ana dilde eğitim ve öğrenci andı meseleleri kamusal ve kimlikçi bakışların sert bir şekilde karşı karşıya geldikleri popüler tartışma konularına karşılık gelir. Tam da bu noktada şu soru sorulmalıdır: Kamusal eğitime özenmek nostaljik bir şey midir, yoksa kamusallık bize kaybettiğimiz özgürlüğü ve rasyonelliği verecek yegane unsura mı karşılık gelir?