Kamusal eğitimin erezyona uğraması, eğitimin dinselleştirilmesi sonucu çocuğuna laik, bilimsel ve nitelikli eğitim aldırmak isteyen özellikle orta ve üst sınıf ailelerin çocuklarını özel okullara kaydettirmesine ve laik eğitimin alınıp satılabilen bir metaya dönüşmesine yol açarken; yoksul ve emekçi ailelerin çocuklarını da devlet okullarında dinselleştirilmiş, içi boşaltılmış bir eğitime ya da sayıları her gün artan İmam Hatip okulları ya da meslek liselerine mahkum etmektedir.

Kamusal eğitim mücadelesi


Nurcan Korkmaz - Eleştirel Pedagoji Dergisi Yayın Kurulu Üyesi

Hepimiz karşılaştığımız herhangi bir toplumsal ya da kişisel sorun karşısında aynı cümleyi kurarız: “Eğitim şart!” Ancak bugün dinci ve gerici kuşatmanın etkisi altındaki eğitim sisteminin kendisi sınıfsal, ırksal, cinsel vb. kronikleşmiş yapısal sorunlarla boğuşmaktadır. Bu devasa sorunlar içinde yarın, resmi ve özel eğitim kurumlarında 18 milyon öğrenci ve 1 milyona yakın öğretmen yeni eğitim-öğretim yılına başlayacak.


Okulların fiziki altyapı ve donanım eksiklikleri, kalabalık sınıflar, ikili öğretim, öğretmen eksikliği, personel yetersizliği, ekonomik kriz koşullarında hergün artan eğitim giderleri, taşımalı eğitim, okullarda dinci vakıf, cemaat ve tarikatların faaliyet göstermesi, öğrencilerin bu dinci yapıların yurtlarında kalmaya mecbur bırakılması, özellikle kız çocukları olmak üzere erken yaşta okul terkleri, açıköğretim okullarına devam eden öğrencilerin sayısının 1,5 milyona çıkmış olması eğitim sisteminde yaşanan sorunlardan sadece birkaçı. Hepimizin bildiği üzere, bütün bu sorunların altında yıllardır uygulanmakta olan dinci ve piyasacı politikalar yatmaktadır. Zira eğitimin piyasalaştırılmasıyla, herkese eşit ve parasız eğitim ilkesi terkedilmiş ve kamusal eğitim yara almıştır.

Bunun sonucu olarak “paran varsa eğitim; hatta paran kadar eğitim” anlayışı egemen olmaya başlamıştır. Bu sistem içinde eğitim alanlar müşteriye, verilen eğitim de alınıp satılan bir metaya dönüşmüştür. Bu durum bir yandan özel okulların sayısının artmasına yol açmış; sadece son dört yılda özel okul sayısı %74 oranında artarak 11 bin 694’e, bu okullara devam eden öğrenci sayısı da 1,5 milyona çıkmıştır.

Diğer taraftan, çocuklarını devlet okullarına gönderen veliler de eğitim için bütçelerinden daha fazla pay ayırmak zorunda bırakılmaktadırlar. Velilerin eğitime ayırabildikleri bütçe, okullar arasında farklılıklara yol açmaktadır. Basına yansıyan son araştırmalara göre Türkiye’de zenginlerin eğitime ayırdıkları bütçe yoksulların 32 katından fazladır. Bunun sonucu olarak hem özel okullarla devlet okulları arasında; hem de devlet okullarının kendi aralarında bölgesel ve sınıflar farkılıklar artmakta, hatta aynı okul içinde sınıflar arasında nitelik farkı oluşmaktadır. Bu da eğitim yoluyla ayrışmanın daha da büyümesine sebep olmaktadır. Artan okul masrafları, taşımalı eğitim, kapanan köy okulları vb. nedenlerle özellikle kız çocukları olmak üzere çok sayıda öğrenci erken yaşta okulu terketmekte ve açık öğretim okullarına kayıt olmaktadır. Adeta bir devlet politikası olarak MEB eliyle desteklenen açıköğretime kayıt ettirilen örgün eğitim çağındaki çocukların sayısı son beş yılda %65 artarak 1,5 milyonun üzerine çıkmıştır. Bunun sonucu olarak, ülkemizde zaten kanayan yara haline gelmiş olan “çocuk gelinler” ve “çocuk işçiliği” sorunları da daha kötüye gitmekte ve içinden çıkılmaz bir hal almaktadır.

Eğitim sistemindeki, piyasalaştırma ve özelleştirme, eğitim yoluyla toplumsal ayrıştırmayı artırmakta; çocukların en temel hakları olan eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanmasının önüne geçmekte; eğitim yoluyla dikey hareketliliği engellemekte ve özellikle yoksul ve emekçi çocuklarını kendi bulundukları ortamlara mahkum ederek sınıfı yeniden ve yeniden üretmektedir.

Bu süreçte kamusal eğitimin laik ve bilimsel niteliğine yönelik dinci ve gerici saldırılar da (hem piyasalaşmadan beslenerek, hem de onu besleyerek) artarak devam etmektedir. Zira sorgulamayan, eleştirmeyen, koşulsuz ve şartsız boyun eğip itaat eden “makul ve makbul” vatandaşları yetiştirmenin ve AKP iktidarının hedeflediği Siyasal-İslamcı toplumu inşa etmenin yolu eğitimi dinselleştirmekten ve bu dinselleşmeye karşı çıkanları da “ötekileştirmekten” geçmektedir. Bu amaçla, 2012 yılında uygulanmaya başlanan 4+4+4 sistemiyle atılan, okullarda zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders saatlerinin arttırılması, bu dersin ilkokul 2. Sınıftan itibaren zorunlu olarak okutulması, dini içerikli (zorunlu) seçmeli derslerin eğitimin her kademesine getirilmesi, İmam Hatip Okullarının orta kısımlarının açılması ve bu okulların sayılarının artırılması gibi adımlar hepimizin malumu. Aynı zamanda, ENSAR, TURGEV, İlim Yayma Cemiyeti, Türkiye Diyanet vakfı gibi dinci vakıf ve cemaatlerle MEB arasında imzalanan protokollerle, bu yapıların eğitim sistemine dahil olmalarının, okullarda istedikleri gibi faaliyetlerde bulunmalarının ve hatta MEB’i yönetmelerinin yolu açılmıştır. Özellikle yoksul ve kırsal kesimlerden gelen ailelerin çocukları bu vakıf ve cemaatlerin yurtlarında barınmaya mecbur bırakılmakta, buralarda yaşanan taciz ve istismar olaylarının üzeri örtülmektedir.
Kamusal eğitimin erezyona uğraması, eğitimin dinselleştirilmesi sonucu çocuğuna laik, bilimsel ve nitelikli eğitim aldırmak isteyen özellikle orta ve üst sınıf ailelerin çocuklarını özel okullara kaydettirmesine ve laik eğitimin alınıp satılabilen bir metaya dönüşmesine yol açarken; yoksul ve emekçi ailelerin çocuklarını da devlet okullarında dinselleştirilmiş, içi boşaltılmış bir eğitime ya da sayıları her gün artan İmam Hatip okulları ya da meslek liselerine mahkum etmektedir. Bu durum devlet okullarının öğrenci profilini de homojenleştirmekte ve mücadele zeminini de kayganlaştırmaktadır. Zira orta sınıf velilerin terk ettiği devlet okulları ve kamusal eğitim adeta kendi kaderiyle baş başa kalmaktadır.

Özellikle kademeler arası geçişlerde uygulanan merkezi sınavlar, bir yandan “sınav için eğitim” anlayışını yaygınlaştırırken; diğer yandan da bir önceki Milli Eğitim bakanın deyimiyle öğrencilerin sadece % 10’unun nitelikli eğitime ulaşabilmesine olanak sağlamaktadır. Öğrencileri yarış atı hainle getirerek, bir rekabet ortamının içine sokan sınavlar da gerek kaynak kitaplarla, gerekse de özel ders ve kurslarla yeni bir piyasanın ortaya çıkmasına ve gittikçe büyümesine açmaktadır. Bu sınavların sonucunda da özel ders alan, kursa giren, daha çok kaynağa ulaşabilen öğrenciler daha başarılı olarak “nitelikli” okullarda okuma hakkı elde etmekte ve sınıflar arası farklılıklar giderek artmakta, eşit ve parasız kamusal eğitim gittikçe güç kaybetmektedir.

Nasıl Bir kamusal Eğitim Mücadelesi;

Anayasal bir hak olan eşit ve parasız eğitimden tüm çocukların aynı şekilde yararlanabilmesinin yolu, çocukların ve ülkenin geleceğine dair kaygılanan ve endişe duyan tüm duyarlı kesimlerin ortak paydada, “çocuğun üstün yararı için nitelikli kamusal eğitim” talebi etrafında bir araya gelmesi ve mücadele etmesi ile mümkündür. 2018 yılında ABD’de öğretmenlerin başlattığı ve ilerleyen süreçte tüm kesimlerin desteğini alarak başarıya ulaşan öğrencilere nitelikli eğitim ve öğretmenlere güçlendirilmiş haklarla daha yüksek maaş talepleriyle yürütülen ama merkezine öğrenciyi alan RedforEd /Eğitim İçin Kırmızı ( bu konuda ayrıntılı bilgi için Eleştirel Pedagoji Dergisi 61. Sayıya bakılabilir) hareketi gibi, öğrencilerden velilere, akademisyenlerden sanatçılara kadar geniş bir kesimin destek olduğu, doğru organize edilecek ve çocukların eşit ve parasız kamusal eğitim hakkını merkeze alan bir mücadele mutlaka başarıya ulaşacaktır.