İbn el-Kalbi’nin Putlar Kitabı’nı (Kitab al-Asnâm) okurken ilginç bir bilgiye rastladım. İslam öncesi ve sonrası Arap Yarımadası’nda tapınılan putların muhteşem bir dökümü olan bu kitapta İbn el-Kalbi, Kabe’nin en büyük üç putundan biri olan Uzza’dan bahsederken şöyle diyor: “Araplar ve Kurayş ((çocuklarına)) onun adıyla ‘Abd al-Uzza’ diye ad koyarlardı. O, Kurayş’ın en büyük putuydu, onu ziyaret ederler, ona hediyeler sunarlar, yanında kurbanlar keserlerdi. Allah’ın elçisinin (Allahtan ona selam olsun) bir gün ondan bahsettiğini işittik: ‘Ben kavmimin dinindeyken al-’Uzza’ya boz bir koyun sundum.’” (İbn el-Kalbi, Putlar Kitabı, Çev: Beyza Düşüngen, Ankara Ünv. İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1968, s.32)

Hicri 2. yüzyılın en önemli tarihçilerinden olan hadis bilgini el-Kalbi, peygamber Muhammed’in İslamiyet’i kurmadan önce putlara taptığını, onlar için kurban kestiğini söylüyor.

Hadis çalışmaları söz konusu olduğunda İbn el-Kalbî’den daha güvenilir bir isim olan Buhari de böyle bir olay aktarıyor: “Abdullah b. Ömer anlatıyor: Hz. Muhammed Mekke yakınındaki Beldah vadisinin alt tarafında Zeyd b. Amr b. Nufeyl ile buluşuyor. O zaman kendisine henüz vahiy indirilmemişti. Hz. Muhammed o sırada Zeyd b. Amr’a pişirilmiş et yemeği takdim ediyor, ‘Buyur, sen de gel ye!’ diyor. Zeyd bundan yemediği gibi, ‘Ben sizin putlar adına kestiğiniz hayvanların etinden yemem; yalnız üzerinde Allah’ın ismi anılan etten yerim’ diyor.” (Akt. Arif Tekin, Hz. Muhammed’in Hocaları, Berfin, 2015, s.18)

Muhammed putlara kurban sunmamış olsa bile, sonuçta kurban bayramının temelinde eski Arap dinlerinin bu önemli uygulamasının olduğu biliniyor -sonradan İslam’ın dağınık kabileler tarafından daha kolay kabul edilmesi için özellikle hac döneminde ‘kutlanan’ bir bayrama dönüştürülüyor.

Meksika Körfezi’nin güneyindeki uygarlıkların uzunca bir süre acımasızca insan kurban ettiği düşünülünce, İslam’ın kurban geleneğini hayvanlar üstünden sürdürmesi daha ‘uygar’ görünüyor olabilir. Ama tek tanrılı dinlerin en önemli kuruluş hikâyesinde İbrahim’in oğlunun gırtlağına bıçağı dayıyor olması, İslam toplumlarının kolektif bilinçdışındaki önemini ne yazık ki hiç yitirmiyor. İnsanın kendini kurbana çevirdiği ‘canlı bomba’ eylemleri ya da El Kaide, IŞİD, Boko Haram gibi terör gruplarının kanlı şovları kolayca bu hikâyenin yeni binyıla uyarlanmış şekli olarak tanımlanabilir.

Belki rastlamışsınızdır, Travel Channel’da yayımlanan London-Secrets and Mysteries adlı küçük bir program var. Chislehurst yeraltı tünellerindeki Kelt ayinlerinin anlatıldığı bölümde sunucunun sesinde dehşeti hissedebileceğiniz tek söz şu oluyor: “İnsan kurban etmek” (human sacrifice). Doğal tabii; hayvanların kurban edilmesi yaygın bir dinsel pratik olarak belli bir dereceye kadar kabul edilebilir bir şeydir ama antropolojik açıdan uzak ve çok ilkel bir geçmişte kalmış bir vahşet uygulaması olan ‘insan kurban etme’nin düşüncesi bile ürkütür. Çünkü bu, binlerce yılın akıl gelişimini, insanın insan oluş süreçlerini reddetmek anlamına gelir.

Tam da Travel Channel’da bu programın yayımlandığı gün bir Ortadoğu ülkesinde bir cumhurbaşkanının -’’Bu ülke şehit kanlarıyla sulandı, bundan sonra da şehit kanlarıyla sulanmaya devam edecek.” diyen adamın- karısı, askerde evlatları ölen ailelere oğullarını kurban verdiklerini söyledi: “Sizler, şehit yakınları, bu adayışı en fedakâr biçimde gerçekleştirdiniz. Bir adanış ve teslimiyet bayramı olan Kurban Bayramı’nı sizler çoktan idrak ettiniz.” Bu İbrahim-İsmail analojisi evlat acısıyla yanan yürekleri ferahlatmış mıdır bilemem ama insanlık değerlerini korkunç bir alana fırlattığı ortada: Devlet eliyle meşrulaştırılmış toplumsal şiddet pratiğinden beslenip onu yeniden üreten bir ritüelin uygulandığı, kurbanlık hayvana dönüşmesi istenen gençlerle ana-babalarının huzursuz kıpırdanışlarla bekleştiği, aslında herkesin gökyüzünden koç falan inmeyeceğini için için bildiği ama yine de gözlerini çaresizce göğe diktiği bir alan...