2011 Genel Seçimleri öncesinde “Çılgın Proje” adıyla gündeme gelen Kanal İstanbul Projesi’ne ilişkin hazırlık çalışmaları uzun yıllar boyunca kamuoyundan gizli biçimde yürütüldü. 2018 yılı başında güzergâhının açıklanmasıyla yeniden gündeme gelen Kanal, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Raporu’nun açıklanmasıyla birlikte ülkemizin en önemli meselesi haline geldi.

Kanal İstanbul’un ÇED raporunun açıklanmasının ardından ülkemizde görmeye alışık olmadığımız türden bir seferberliğe tanık olduk. 10 günlük itiraz süresi boyunca 100 binden fazla yurttaşımız kışın en çetin şartlarında, saatlerce yağmur altında sıra bekleyerek itiraz dilekçelerini ilgili kurumlara verdiler.
Yurttaşların bu itirazları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yok sayılarak ÇED Olumlu Kararı verilmiş olsa da, kentlerine, doğalarına ve geleceklerine sahip çıkmak için açığa çıkan bu iradenin yok sayılamayacağı apaçık ortadadır. AKP iktidarının hukuk tanımaz hoyratlığına karşı son yıllarda giderek büyüyen yurttaş itirazının ve cesaretinin en önemli örneklerinden birini Kanal İstanbul konusunda yaşıyoruz. Bu konunun önümüzdeki dönemde ülkemizin en önemli gündemlerinden birisi olacağını kestirmek zor değil.

YIKIM PROJESİ

Kanal İstanbul projesine ilişkin bugüne kadar bilim insanları ve TMMOB birimleri tarafından çok sayıda araştırma yapıldı. Bu araştırmaların ortak noktası, Marmara Bölgesi’nin coğrafi, ekolojik ve jeolojik olarak en hassas ve korunması gereken bölgesinde yapılması öngörülen Kanal’ın, Karadeniz’den Marmara Denizi’ne kadar tüm coğrafyayı onarılmaz bir biçimde etkileyecek hasar ve yarılma meydana getireceğidir.

Proje, İstanbul’un yaşam destek sistemleri olan orman alanlarının, tarım ve mera alanlarının, su kaynakları ve havzalarının, doğal ve arkeolojik sit alanlarının, Önemli Bitki ve Önemli Kuş Alanlarının, dünyada örneği nadir kalmış coğrafik varlıklardan olan Küçükçekmece Lagün ve Kumul alanlarının, İstanbul’un içme suyu ihtiyacının bir kısmını karşılayan Sazlıdere Barajı’nın yok olmasına neden olacaktır.

Projenin gerek inşaat gerekse de işletme aşamasında doğuracağı etkilerin, denizlerimizi, boğazlarımızı, su ekosistemini geri dönüşü olmayacak biçimde tahrip edeceği bilimsel verilerle ispatlanmıştır.

Yüzlerce bilim ve meslek insanı, üniversite, meslek odaları, kamu kurum ve kuruluşları tarafından yılların birikimi ile üretilen onlarca bilimsel rapora rağmen, sipariş üzerine hazırlandığı apaçık ortada olan ÇED Raporu, gerçekçi bir çevresel etki değerlendirmesi niteliği taşımamakta, yalnızca formaliteyi yerine getirmektedir.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ÇED olumlu görüşüyle birlikte, Kanal Projesi ile ilgili yargı süreci başlamış oldu. Başta TMMOB’ye bağlı birimler olmak üzere çok sayıda kurum, siyasi parti ve demokratik kitle örgütü konuyu yargıya taşıyacaktır. Siyasi iktidar ise bugüne kadar hep yaptığı gibi yargı sürecini yok sayarak, projeyi oldu-bitti ile başlatmaya hazırlanıyor.

AKP’Yİ KURTARMA PROJESİ

Kanal İstanbul Projesi’ne ilişkin iktidarın tek dayanağı olan boğaz trafiğinin azaltılarak, İstanbul’un can ve mal güvenliğinin teminat altına alınacağı hiçbir inandırıcılığının olmadığı hemen her platformda ispatlanmıştır. Zaten proje ile teminat altına alınmak istenen şey de, İstanbul’un değil, AKP’nin kendi geleceğidir.

Yaşanan ekonomik, toplumsal ve siyasal istikrarsızlık nedeniyle seçmen desteğini ve parti bütünlüğünü tehdit altında hisseden AKP, Kanal İstanbul projesi ile bir yandan kendi tabanını bir arada tutabileceği bir büyük hikaye yaratmaya çalışırken, diğer yandan da yeni ve devasa bir rant alanı yaratarak sermaye çevrelerini yeniden kendi etrafında konsolide etmeye çalışıyor.

AKP’nin kendi siyasal geleceğini güvence altına almak için, başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye’nin geleceğini tehdit altına atmasına izin veremeyiz. Tüm toplumsal muhalefet bu konuda daha fazla sorumluluk almalı ve Kanal İstanbul hakkında başlayan yargı sürecini toplumsallaştırmalıdır.

***

BirGün’e destek olalım

Ülkedeki baskıcı rejim varlığını sürdürebilmek adına her geçen gün basını tamamen susturmak istiyor. Öte yandan medyanın büyük çoğunluğu da doğrudan iktidarın yayın organı misyonunu sürdürüyor. Okurlar için haber alma hakkının, gazeteciler içinse gerçeğin peşinde koşmanın suç olarak gösterildiği bugünün Türkiye’sinde #BirGünBenim kampanyasını önemsiyorum. Herkesi, iktidarın türlü baskılarına rağmen ayakta durmaya çalışan BirGün’e destek ve abone olmaya çağırıyorum.