Kuzey Ormanları’nın 13 milyon ağacını katleden kırım projesi, bölgedeki 70 tane göl ve göleti hafriyatıyla doldurup yok etti. Tayakadın ve Yeniköy ormanları ile onlarca göl ve göletin naaşları buraya gömülü.

Kanal İstanbul Karşısında Kuzey Ormanları Yerleşimleri: Kimin Toprakları? Kimin Köyleri? IV

CİHAN UZUNÇARŞILI BAYSAL

Kuzey Ormanları’nın 13 milyon ağacını katleden kırım projesi, bölgedeki 70 tane göl ve göleti hafriyatıyla doldurup yok etti. Tayakadın ve Yeniköy ormanları ile onlarca göl ve göletin naaşları buraya gömülü.

Toprakla, tohumla, çayır çimenle nesiller boyu hemhal olmuş Tayakadın halkı, doğanın içinde sakin bir yaşamı tercih ediyor. Nitekim nüfusa kayıtlı seçmen sayısı 1950 olan Tayakadın’da 1700 kişi Yenişehir planlarına itiraz etmiş.

Tayakadın

Tayakadın’a bakmak,

Tayakadın’dan bakmak!

İstanbul Havalimanı ile Kanal İstanbul Projesi’nin etki alanlarındaki Kuzey Ormanları yerleşimlerine odaklanan bu yazı dizisinin dördüncü ve son bölümünde adı İstanbul Havalimanı ile en çok anılan Tayakadın’a doğru peyzajı okuyarak, peyzajın dilini çözerek yollardayız. Havalimanı yönünde ilerlerken, sık sık otoban kenarlarındaki otların arasında eşelenen mandalara rastlıyoruz. Mandalar bir noktadan sonra peyzajın olağan görüntüleri oluyor. Tayakadın’a yaklaşırken koyun ve keçiler de onlara eşlik ediyor. Dizinin ikinci bölümünde bahsedildiği üzere tarım ve hayvancılıkla geçinen Kuzey Ormanları yerleşimlerinin ortak kırılma noktalarından biri de son 20 yılın neoliberal ekonomi politikaları ile katlanan masraflardır. Bütün Türkiye’de olduğu gibi Kuzey Ormanları bölgesinde de tarım ve hayvancılık adeta can çekişmektedir. Ancak bölge bağlamında, tarım ve hayvancılığa öldürücü darbeyi İstanbul Havalimanı vurmuştur. Kuzey Ormanları’nın 13 milyon ağacını katleden kırım projesi, bölgedeki 70 tane göl ve göleti de hafriyatıyla doldurup yok edince manda nüfusu ortada kalmıştır: “Manda ormana gider, manda sulak yerlere, göllere girer. Burası hep batak, sulak yerlerdi. O göllerin hepsini doldurdular.”

Havalimanı projesi için bölgedeki tarım arazileri ile meralara çıkartılan acele kamulaştırma kararları bir diğer etkendir. Bunların sonucunda hayvancılık ya Trakya’ya göç etmiş ya da iyice küçülmüş. Otoban kenarlarında otlayan, meralarını, göletlerini yitirmiş mandalar ile küçükbaş hayvanlar, gidişatın hem göstergesi hem de birebir mağdurları. Bu peyzajın ardında, bir de geçim kaynakları ellerinden alınmış olan Kuzey Ormanları yerleşimleri nüfusları bulunuyor.

UZAY ÜSSÜ ALFA MİSALİ

Üçüncü Havalimanı uzaktan belirdiğinde Tayakadın’a yaklaştığımızı anlıyoruz. Havalimanının ek pistleriyle eklentilerinin inşaatları tamamlanamadığından terminal binası devasa şantiyenin ortasında uzay üssü Alfa misali oturmakta. Proje, konuşlandığı bölgenin toprağını, üzerinde biten ne varsa onunla birlikte yerin yüzeyinden söküp kazıyarak yok etmiş; toprağı öldürmüş. THY ve mega havalimanına ait (kimileri hâlâ inşaat halinde) çeşitli tesisler arasından ilerleyerek Tayakadın sapağına gelirken önümüzde onlarca rüzgar elektrik santralı (RES) belirince, buraya neden “Pervaneli Köy” dendiğini anlıyoruz. Otobandan ayrılınca yol yukarıda kaldığından Tayakadın’ı çevresiyle gözlemlemek mümkün. Yerleşimin kuzeyini işgal eden mega havalimanının jet yakıtı depolama siloları, mega cüsseleriyle tam karşımızda. Bir uçta silolar, diğer uçta havalimanı terminal binası, kuleler ve inşaatlar görünüyor. Tayakadın ve Yeniköy ormanları ile onlarca göl ve göletin naaşları burada gömülü. Sosyolog Saskia Sassen’in kulaklarını çınlatıyoruz: “Ölü Toprak-Ölü Su!” Tayakadın’a bakarken, önceki yazımızda altını çizdiğimiz olguyu; kentin ulaşım, altyapı, enerji, malzeme vb. çeşitli gereksinimleri için dışarıya, kırsalına doğru patlayarak onu sömürgeleştirişini veya yok edişini görüyoruz.

Tayakadın uzaktan yeşilliklerin ortasına kurulmuş bir yerleşim görünümünde. Tarihi cami kapasiteyi karşılayamadığı için 1995’te inşa edilen büyük cami hemen göze çarpıyor. Ana caddenin üzerinde sağlı sollu uzanan yeme içme mekanları, emlak büroları, bakkal ve nalbur dükkanları ve kahvehaneleriyle burası, kırsal yerleşimden çok bir kasaba görünümünde. İnşaatı tamamlanmak üzere olan geniş camlı, granit cepheli modern muhtarlık binası dikkat çekici. Arka sokaklara sapıldığında ya da tarihi cami ve çeşmenin olduğu bölgeye gidildiğinde ise henüz bozulmamış bir kırsal peyzaj bizi bekliyor.

CİGARA PARASINA ARAZİ

Tayakadın’a gelenleri, ana caddenin her iki tarafına park etmiş onlarca servis aracı karşılıyor. Havalimanına çalışan servis ve turizm şirketleri araçları, ana cadde ve sokakları bedava park yerine çevirmişler. Trafik keşmekeşinden, durakların, evlerin, ahırların önlerinin işgalinden, gürültü ve görüntü kirliliğinden, itfaiye, ambulans araçlarının engellenişinden şikâyet çok. Buna karşı, işleri açılan esnaf oldukça memnun. Tayakadın gibi Üçüncü Havalimanı yolu üzerinde bulunan Baklalı ile Dursunköy’ün esnafı da kazananlar safında. Havalimanına yakın olmasına rağmen yolun arkasında kalan Karaburun’da ise esnafın beklentileri boşa çıkmış. Kısmetlerine jetlerin gürültüleri ile emisyonları düşmüş.

Tayakadın’da ikisi yerli halka ait olmak üzere on emlak bürosu bulunuyor. Yeniköy hariç ziyaret edilen yerleşimlerde sayılarının çokluğuyla hayrete düşüren emlak büroları, mega projelerin ilanıyla peyzaja dahil olup değişmeyen ögeleri olmuşlar. Hemen hepsinin camları Üçüncü Köprü, Üçüncü Havalimanı ve Kanal’ın görselleriyle kaplı. Öte yandan, Kanal bağlamında telaffuz edilen “Piyango vurdu”, “Talih kuşu kondu”, “Mega Rant” gibi ‘Fikirtepevari’ söylemin burada, yerelde karşılığı yok. Yerli halk, borç ödemek, çocuk evlendirmek vb. masraflar karşısında başı sıkıştıkça arazisini parça parça elden çıkartmış. İlk satanlar en şanssızlar. Tayakadın’daki emlakçıların birinde bir televizyona el değiştiren araziyi, Baklalı’da “bir cigara parasına” giden tarlayı dinledik. Önemli bir noktanın altı çizilmeli: Yerel nüfus konutlarını elden çıkartmıyor; sattıkları sadece arazileri. Kulaklarına kar suyu kaçırtılanlar projeler açıklanmadan arazileri ucuza topladıklarından Üçüncü Havalimanı ve Kanal emlak fiyatlarını zıplatmış olsa da bu ranttan yararlananlar yatırımcı ve spekülatörler. Mesela Baklalı’nın yüzde 90’ı “dışarlıklılara” satılmış. Birçok kez el değiştiren araziler duyduk. Yerleşimleri ziyaret ettiğimizde (Eylül-Aralık 2019) beklentiler nedeniyle satışların durduğu söylenmişti. Yenişehir imar planlarının açıklandığı bugünlerde net konuşmak zor. Kimi emlakçılar ilginin arttığını belirtirken kimileri belirsizlik ve kamulaştırma korkusundan piyasanın durgun olduğunu söylüyor.

DAYE HATUN’DAN TAYAKADIN’A

Osmanlı döneminde vakıf arazisi olan Tayakadın kayıtlarda Daye Hatun olarak geçiyor. Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilanıyla, Tayakadınlıların nineleriyle dedeleri de tıpkı Yeniköylüler gibi geri döneceklerine inanıp yola koyulmuşlar: “Babaannem diyor ki, ‘Bunlar artık bağımsızlıklarını ilan ettiler, bizi burada yaşatmazlar, biz anavatana gidelim.’ Tavukların yemini, hayvanların otlarını hepsini hazırladık, yandaki komşuya teslim ettik anahtarları… Gelirken sanki döneceğiz gibi, öyle bıraktık. Bu köy ağırlıklı Şumnu ve Aydos. Aydos kaza, Şumnu şehir.”

Diğer göçmen köylerinde anlatılan hikâyeyi burada da dinledik. Balkanlar’da tarım, hayvancılık ve ormancılıkla geçinenler, Türkiye’ye geldiklerinde kendilerine ilk gösterilen yerlerde tarım, hayvancılık yapılamayacağını görünce geçimlerini devam ettirebilecekleri yerler talep etmişler. Safraköy’e (bugünkü Sefaköy) yeniden iskan edilmek istenen Tayakadınlılar burayı beğenmemiş ve istekleri doğrultusunda Tayakadın’a yerleştirilmişler: “Buraya gelmişler bakmışlar, Bulgaristan’a uyuyor, işte tarla var, orman da var, odun kömürü yapılabiliyor. Burası bize uygun demiş ve yerleşmişler.”

1932’de köyden 104 kişi birleşerek 9 bin 150 dönüm araziyi 20 yıl vadeyle satın almış; böylece onlarca yıldır yaptıkları iş olan hayvancılığı artık yetkililere şikâyet edilmeden kendi arazilerinde rahatlıkla sürdürebilmeyi ummuşlar. 20 yıl boyunca ellerine geçen her kuruş borca yatırılmış: “Annem diyordu ki, biz 20 yıl ayağımıza pabuç alamadık. Gençliğimde hiçbir şey giyemedik çünkü 20 yıl hep taksit ödedik.” Satın alınan tapu, orman dahil tek tapu olduğundan ileride başlarını ağrıtır. 1945’te, ormanları koruma amacıyla çıkartılan 4785 Sayılı Yasa, sadece ormanlık arazilerine değil konut alanlarına da kamulaştırma getirince köyün yüzde 80’i Hazine’ye geçer. Yerel halkın 14 yıl sürecek hukuk mücadelesi başlar. Sonuçta, konutlarının bulunduğu yerleri kurtarırlar ama tapulu arazilerinin yüzde 60’ını içeren ormanlık alanlar devlete geçer. Nasıl bir paradokstur ki, devletin, orman vasfını koruyacağım diyerek el attığı arazilerinde bugün 13 milyon ağacın katili Üçüncü Havalimanı yükselmektedir.

Çanakkale Savaşı, diğer yerleşim yerleri gibi buralıların kolektif hafızasında da önemli bir yere sahip. “Gidenlerden, çocukları olanların isimleri biliniyor. Ancak bekar olarak askere gidip şehit olanların kayıtları yok. 20 kişi gidiyor bir kişi geliyor geriye.” Geriye dönen bu tek kişinin torunu, bugün hâlâ Tayakadın’da yaşıyor.

YOK EDİLEN DOĞAL CENNET

Kolektif hafıza demişken yörede hemen herkesin anısında önemli yer tutan, doğal cennet Kulakçayırı Gölü’nden bahsetmemek olmaz. Hafriyatla doldurulan göller, göletler arasında, Kulakçayırı Ormanı ile birlikte yok edilen tarihi Kulakçayırı Gölü de bulunuyor. Üçüncü Havalimanı projesi, iklim krizi ve pandemiler çağında en çok ihtiyaç duyulan suyu katletmiş: “Çok güzel göletler vardı. Çoğunun suyu, kendi kaynağı vardı; yeraltı suları, yağmur suyu değil. Şu köye, şebeke suyu falan bağlanmadan, bağlanmasına gerek kalmadan köyün ihtiyacını sağlayacak göllerimiz vardı bizim. Zaten içilmiyor musluk suyu, bir arıtma koy, içilir hale gelsin. Molozla kapattık. Hayvancılığı da olumsuz etkiledi. Manda için su ve çamur şart. Hatta burada yol çalışmasında kaynağın bir tanesini zor kuruttular.”

Son cümle, Kulakçayırı Gölü için telaffuz edildi. Deniz seviyesinden 7,5 metre yükseklikte yer alan göl, 11,5 milyon metreküp suya sahip. Bu kadar büyük bir kaynak beslediği için suyu zorlukla boşaltılmış.

Gölün hafızalardaki yeri hâlâ taze: “Kışın ava gider, o gölün etrafını 1 saat 15 dakikada zor dönerdik… Yazın da balığa giderdik. Biz balığa gittiğimizde mandalar da göle girer, oralarda otlardı. Her taraf mandaydı. Günde en az 500-600 manda olurdu orada.”

Ve yine hafızalardaki yeriyle doğal bir cennettir:

“İnsanlar balığa geliyordu, pikniğe geliyordu… Geniş bir alan, sayfiye gibi. O ihtiyacı karşılıyordu. Çok güzel bir yerdi Kulakçayırı, doğal bir cennetti.” Bu doğal cennet öldürülmüştür ama ne gam katil, diğerleri için kollarını sıvamıştır!

Doğal cennetleri, halkın beş kuruş ödemeden faydalandığı rekreasyon alanlarını yok edenler, bölgeye yönelik imar planlarında, rekreasyon alanları gösteriyor. Kimler için bu rekreasyon alanları? Eğer mesele halkın faydalanacağı rekreasyon alanı yapmaksa var olanlar neden katledilmiştir?

BURALARIN SEVGİSİNİ ALANLAR

Seneler boyunca, özellikle 80’lerden itibaren Anadolu’nun çeşitli illerinden göç alan Tayakadın, ziyaret edilenler arasında nüfusu en heterojen yerleşim: “Tayakadın öyle bir yer ki, sağ tarafımız Sinop Mahallesi, aşağı taraf -Beşmahal diyoruz- Van Mahallesi, köyün alt tarafı -caminin altı- Muş Mahallesi, tepede Malatya Mahallesi, yanında Erzurum Mahallesi var.” Sonradan göç edenlerle öncekileri Tayakadın’da birleştiren, göç ettikleri yerlerde yaptıkları tarım ve hayvancılık.

Toprakla, tohumla, çayır çimenle nesiller boyu hemhal olmuş halk, doğanın içinde sakin bir yaşamı tercih etmiş. Tayakadın dahil mülakat yapılan yerleşimlerde, orta yaş kuşağı ve yaşlılar, gürültülü, kirli, yorucu kent yaşamı karşısında bölgenin sessiz, huzurlu yaşamını vazgeçilmez bir tercih olarak öne sürüyor. Kent derken İstanbul merkezden ziyade, bölgeye yakın Göktürk ve Hadımköy gibi yöre gençlerinin istihdam ve konut ihtiyacı için yerleştikleri yerler örnek gösteriliyor:

“Şimdi buraya binalar yapılsa, analarımızı babalarımızı yerleştirseler hepsi bir senede ölür. Yaşayamazlar. Şuraya bak ne güzel oturuyorsun. Bugün Göktürk’te böyle bir yerde oturabilir misin; onun için para lazım. Ama burada bedavaya oturursun. Hava da mühim. Biz böyle alışmışız. Şehre yakın. Burası hem şehir hem köy.”

Öte yandan genç kuşaktan aynı görüşleri dile getirenlere de rastladık: “Bana para verseler Göktürk’te oturamam. Bana göre değil, biz buraya alışmışız. Ben İstanbul’un içine giderim, akşam kalmam. Hemen burayı arıyorum. Buraya dönmek istiyorum.” Yenişehir imar planlarına göre Tayakadın’ın tamamı fuar, kongre merkezi ve konut bölgesi olacak!

Durusu’daki mülakatımızda 97 yaşındaki Nuri Bey’e gençlerin yerleşim yerlerine, yaşam alanlarına bağlılıklarını sorunca, “Şimdi burada doğdular büyüdüler ya, buranın sevgisini aldılar” diye yanıtlamıştı. Tayakadın’dan bakınca, burada doğup büyüyenler kadar Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelip buraya yerleşen, burada büyüyen ve Tayakadın sevgisini alanları da eklememiz gerekiyor. Tayakadın’ı sona saklamamızın nedeni tam da bu… Kuzey Ormanları yerleşimlerinde dört BirGün Pazar eki boyunca süren az çok karamsar bu yolculuğu, umut vadeden bir sesle sonlandırmak:

“Ben açık söyleyeyim kendi şahsıma Tayakadın’ın gelişmesini istemiyorum. Bina yapılmasını istemiyorum. Köy olarak kalmasını istiyorum. Burası imara açıldığı zaman, otel yapılacak, bar açılacak, disko açılacak… Yani İstanbul içi gibi olacak burası. Göktürk gibi olacak… Tayakadın’da ne kadar insan oturuyorsa benim düşündüğümü düşünür. Ne Kanal’ı ister; ne buranın gelişmesini.”

Nitekim nüfusa kayıtlı seçmen sayısı bin 950 olan Tayakadın’da bin 700 kişi Yenişehir planlarına itiraz etmiştir.

Topraklarının, köylerinin sevgisini alanlara bu dizi de bizden bir selam olsun!

Bu yazı dizisi, Mekanda Adalet Derneği (MAD) araştırma destek programı kapsamında, Eylül-Aralık 2019 tarihlerinde, yazarın Kuzey Ormanları’nın sekiz yerleşiminde yürüttüğü sözlü tarih çalışmasına dayanmaktadır: “Kuzey Ormanları Yerleşimlerinde Sözlü Tarih: Kimin toprakları; kimin köyleri? Ağaçlı, Yeniköy, Karaburun, Durusu, Balaban, Tayakadın, Baklalı, Dursunköy”