Aylardan kıştı. Gözümün yaşı, karnımın kanı donuyordu. Ölmemek için hiçbir nedenim kalmadı, diye sevinerek kendimi kara teslim ettim. O kurtarmış beni

Kanamalı bir çiçeğe mevsim aranıyor

Baran Güzel

1 Zeynep sanki gemiydi. Batmak için daha fazla dalgaya ihtiyacı vardı. Denizin üstünde gondol gibi savruluyor, kalbini göğsünde tutmakta zorlanıyordu. Tuttum o cılız, titrek ellerini. Avuçlarına minik öpücükler kondurdum. Kar tanelerinin toprağa değişi gibi yavaş, sakin. Dinmeyen gözyaşlarını içime çektim. Hıçkırıklarını susturdum. Elimin kıllı tarafıyla yanaklarını sildim. Burnunu çekti. Bunu yapınca, çıkardığı sesten utandı sanki. Gözlerini devirdi. Düpedüz bir devirmeydi bu. Bir şeyleri kırar gibi, çatır çutur. Belini kavradım. Göğüslerimiz birbirine değdi. Titremesi biraz olsun dindi. Toparlanmaya başladı inceden. Omuzları dikleşmeye, elleri uslu durmaya. Kulağına ürkek kelimeler fısıldıyordum. Ehlileşiyordu. Altındaki sular duruluyor, dalgalar azalarak çekip gidiyordu.

2 Dünyanın güzelleşeceğini umuyordum. Daha katlanılır, daha sevecen. Daha güneşli, daha yeşil, daha mavi. Hep, bir sonraki günün daha mutlu geçeceğini sanıyordum. Yarına dair gerçekleşmesi kolaymış gibi görünen hayallerim vardı. İyi bir üniversite okuyacaktım söz gelimi. İstanbul’da. İyi giyinen, herkesin sevdiği biri olacaktım. Yepyeni mobilyalarla döşeli bir evim olacaktı. Dolap tıklım tıklım. Selim de İstanbul’a gelecekti. Zaten söz vermişti bana. Evlenecektik. Yanaklarımı avuçlarının arasına almış, alnımdan öpmüştü. Söz vermişti bana. İçimi oyup kanımı kirleteceğini bilemezdim. Canımı acıtan sertliği değildi. Bütün insanların içinde saklanan kötülüğü, acımasızlığı gözlerinde görmüştüm. Canımı acıtan sertliği değildi, yıllarca içimde büyüyen bütün umutları titreyen bir gövdeyle çekip çıkarmasıydı.

3 Zeynep aradığında Gökhan’ın yanındaydım. İkimiz de okuldan yeni çıkmış, bir şeyler içiyorduk. Gökhan’ın göğsüne başımı yaslamıştım ben. Huzurlu, sonsuz bir andı. Telefonu kocaman bir sevinçle açtım. Ne zamandır aklımdaydı Zeynep, sınava iyi hazırlanıyor mu, hangi bölümü hedefliyor, annemler nasıl, hayat nasıl geçiyor diye sormak istiyordum. “Nasılsın ablasının gülü?” der demez sustum ben. Dudaklarımdaki gülümseme yamuldu. Gözlerim ıslandı sanki. Gökhan’ın bakışlarında gördüm yüzümün ne hale geldiğini. Tuttuğum bardak düştü elimden. Sağ kolumda bir hissizlik. Solumla telefonu sıkıca kavrıyordum. “Ne olmuş?” diye ağlamaklı sorduğunu hatırlıyorum Gökhan’ın. Beynime hücum eden yüzlerce kelime, binlerce hâtıra. Gözyaşlarıma pes doğrusu. Nasıl bu kadar sağlam durdular? Bir damlası düşmedi yere. Hemen yanıma gelmesini söyledim Zeynep’e. Allah’ım dedim. Şimdi ne bok yiyeceğiz biz?

4 Aylardan kıştı. Sokaklar beyaz bir sessizlik içindeydi. Gökyüzünden dökülen pamuk renkli kar taneleri lacivert paltona, siyah saçlarına ve kırmızı burnuna yapışıyordu Zeynep’in. Titriyordu. Ellerini bacaklarının arasında gizliyordu. Bacakları da titriyordu. Onu yol kenarında donmak üzereyken bulduğumda gözleri ağlamaklı bakıyordu. Öfkeliydi biraz da. Ölmeyi umuyordu. Bu adam da nereden çıktı, diyordu belki içinden. Doğru. Öyle çok ağır sayılmazdı. Yani ben bir kadını kucaklamayı hiç kurmamıştım düşümde. Sırtıma aldığımda onu, kendimi filmlerdeki kahramanlar gibi hissediyordum. Evim çok uzak sayılmazdı. Isıttım. Uyuttum Zeynep’i. Kendi çoraplarımı giydirdim ayağına. Parmaklarına hohladım. Karlar eriyene kadar benimle kaldı. Güneş doğdu. Ağaçlar nasıl yeşillendi birden. Dallardan, yaprakların arasından çiçekler fışkırdı. Bu kadar kuş bunca zaman nerede saklanmış, dedi bir seferinde. Ağaçlar solana, yapraklar dökülene kadar benimle kaldı. Güneş tutup bir başka yeri ısıtmaya karar verdiğinde benimle kaldı. Yağmurlar başladığında, kül rengi bulutlar suyun bütün hallerini gökyüzünden boşalttığında benimle kaldı. Fakat bir gün olsun hikâyesini paylaşmadı. Neden bu kadar çok kanadığını anlatmadın. Doğrusu, aşk olsun, ben de bir gün olsun sormadım.

5 “Abla,” diyor dudaklarını titreterek. “Bağırdım, yırtındım ama kimse duymadı beni.” O o… çocuğunu öldürmek istiyorum. Kafasını karpuz gibi parçalamak. Gövdesini dilimlere ayırmak. Kanatmak. Daha önce düşünmeye bile cesaret edemediğim şeyler kuruyorum kafamda. Zeynep’le aynı odada kalmaya dayanamıyorum. Onun şişmiş gövdesini, kocaman karnını gördükçe gözyaşlarıma engel olamıyorum. Boğazım düğümlenmiyor hayır. Parçalanıyor sanki. Allah’ım bu nasıl bir çaresizlik. “İntihar etmeye çalıştım kaç defa. Onu bile yapamadım. Annem babam geldi gözümün önüne çünkü. Aylardır içimdeki şeyi saklamakla uğraşıyorum. Korse giymeden odadan çıkmıyorum. Sınav stresinden kilo aldığımı sanıyor bizimkiler abla. Bu şey karnımı tekmelerken nasıl ders çalışabilirim?” Bir kez daha hıçrıklarıma engel olamıyorum. Sarılıyoruz birbirimize. Sonra ben, bir süre karnını seyre dalıyorum. Aklıma hâkim olmam lazım. “Üzülüyorsan içime çekeyim karnımı,” diyor.

6 Çocuk üç kilo kırkbeş gram doğdu. Oğlan. Her tarafı kıl tüy içinde. Bunu böyle huzur içinde uyur görünce dizlerime bir şey oldu. Titremediler hayır. Sanki çekip gittiler de gövdemle ayaklarım arasında büyük bir boşluk oluştu. Camın arkasında dizsiz, dilsiz bir zaman saçlarımı yoldum. Ne yaparsın ağladım da biraz. Kimseye duyurmadan bu beladan nasıl kurtuluruz diye uzun uzun düşündüm. Günlerce uyumadım belki. Kurum’a verdik neyse ki. Ben, dedesi olarak ismini Yusuf koydum. İsmini kulağına hıçkırarak üfledim. Yusuf gibi güzel bir erkek olmasını diledim.

7 Zeynep’i bir daha görmedim. Doğum yaptıktan sonra hastaneden çekip gitmiş. Yanına bir kıyafet bile almamış. Aradık, sorduk, hiçbir yerde bulamadık. Öldüğünü düşünmedik hiç. Bu düşünceyi olabildiğinde sağlam bir iradeyle reddettik. Onu bu hale getiren adam hapse girdi, göz açıp kapayınca kadar çıktı. Tahrik var dediler, pişmanlık var dediler, onu özgür bıraktılar. Kardeşim bu dünyada bir yerlerde. Biliyorum. Yaşıyor.

8 Ben, sekiz ay onyedi gün tuttum o şeyi içimde. Şey, diyorum. Çünkü onu kanlı canlı bir varlık olarak kabullenemiyorum. Bunu yaparsam çıldıracağım. Görmek istemedim. İstemiş olsaydım, anneme hatta babama rağmen bir yolunu bulup görürdüm elbet. Yüzünü (bir yüzü olduğunu bile düşünemiyorum) merak etmedim. Kasıklarımdaki ağrı ile uyandığımda ablamla göz göze geldik. “Geçti güzelim,” dediğini hayal meyal hatırlıyorum. Babamı odadaki koltuklardan birinde otururken gördüm. Ellerini izliyordu boyuna. Ellerine birer suçlularmış gibi hınçla bakıyordu.

Babam ellerine birer zavallı yavrummuş gibi kederle bakıyordu. Orada çok kalmadım. Beyaz bir elbise (beyaz olduğunu anımsıyorum, doğrusu böylesi daha dramatik geliyor) ile ayrıldım hastaneden. Kimseler görmeden, yalın ayak. Dışarıya çıkınca koşmaya başladım. Aylardan kıştı. Gözümün yaşı, karnımın kanı donuyordu. Ölmemek için hiçbir nedenim kalmadı, diye sevinerek kendimi kara teslim ettim. O kurtarmış beni. Üstelik hiç gocunmadan kendi çoraplarını geçirmiş ayağıma.