Kanatlarımıza sahip çıkmak

Sena Özcanlı

9 Ocak 1908 doğumlu feminist filozof ve gazeteci Simone De Beauvoir, 19. yüzyılın sonlarından başlayıp 1920’nin sonlarına varan birinci feminist dalga ile 1960’ların ortalarında başlayıp 1980’lere varan ikinci feminist dalganın ortasında çokça tartışılan İkinci Cins kitabi ile varoluşçu feminist anlayışın temellerini attı. 1986’daki ölümüne dek ise, arkadaşları ile birlikte II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurduğu Modern Zamanlar(Les Temps Modernes) adlı gazetede editörlük yapmıştır. Başta feminist literatür için büyük önem taşıyan ve Simone De Beauvoir “umarım bu kitabın modası geçer” dediği İkinci Cins, bugün Türkiye’de Gülnur Acar Savran’ın çevirisiyle yeniden raflarda.

Erdoğan, Simone De Beauvoir’in doğum gününde bayatlamış 3 çocuk ekonomisi modeli ve bitmeyen şaşkınlığı ile ‘gençler evlenmiyor, böyle bir şey olabilir mi?!’ çıkışları ile gündeme geldi. Her gün birden fazla kadının öldürüldüğü Türkiye’de kadın cinayeti faillerinin büyük çoğunluğunu kocalar ve aile yakını erkekler oluşturuyor. Kadına yönelik cinsel şiddet (ekonomik, psikolojik, fiziksel) ve çocuklara yönelik cinsel istismar faillerinin profili de farksız. Uygulanmayan 6284 ve İstanbul Sözleşmesi ile erkek şiddetine verilen teşvikler, ‘mağdur babalar’ uydurmacası ile nafaka hakkımızın gaspıyla kadınları aileye köle etme çabası, ‘bir kereliğe mahsus’ cinsel istismar faillerinin affı ile ‘mağdur aileler’i kurtarma operasyonu, eğitimin tarikatlara teslim edilmesi, en yüksek işsizlik oranını oluşturan genç kadın işsizliği… Kadınlar ve kız çocuklarının yaşamlarını kuşatan bu gerici karanlık aslında isyan bayrağını çeken milyonlarca kadına bildik ağızdan ‘kırın dizinizi, oturun oturduğunuz yere(eve)’ diyor. Kadın düşmanı politikalar Türkiye’de ‘en’leri oynuyor. Ancak bugün ne ‘evlilikte yaşa takılanlar’dan ne de yaşamlarına ve kararlarına sahip çıkan kadınlardan memleketi koca bir aile salonuna çevirmeye çalışmalarına eyvallah yok.


Simone De Beauvoir’in 112. yaş günü anısına, gündemimize giren tartışmalara paralel olarak İkinci Cins’te yer alan ‘Evli Kadın’ bölümüyle onu anmak istedim...

KADIN MI AİLEDEN ÇIKAR AİLE Mİ KADINDAN?

Simone de Beauvoir, “evlilik toplum tarafından kadınlara sunulan geleneksel bir kaderdir” diyor. Birçok kadının evli, evlenmek üzere olduğu ya da evlilik odaklı hayat planları yaptığından bahseder ve evliliğin kadın ve erkek için farklı şeyler ifade ettiğini söyler. Daha en başından kadın evlidir ve evliliği onun ailesini ifade eder, erkek ise evlenir ve bir eş alır. Sosyal olarak bağımsız olan erkek kendi hayatında, sosyal statüsüne ve ona bağlı ihtiyaçlarına göre bir kadına ihtiyaç duyar. Anneden farklı olarak bu kadın ona cinsel yoldaşlık eder. Bir kadının bağımsızlığı ise ancak bir erkekle evliliğine bağlıdır. Kadının, yaptığı evliliğe göre statüsü değişir ya da sabit kalır. Erkeğine göre toplum tarafından tekrardan tanımlanır.

Diğer taraftan ailesinden ayrılıp bir erkekle yaşama adımını ilk attığı hayattır ve kendi varoluşuna tecrübesini bir erkek ile deneyimlemek durumunda kalır. Bir erkeğin sonunda evlenmemeyi tercih etme seçeneği vardır, çünkü bir kadın ve onun bedeni bir erkek için satın alınan bir şeydir, maddi bir değerden farksızdır ve başka bir anlamıyla erkekten beklenen davranışlar sonucu macerasaldır, fakat bir kadın için bu seçenek toplum ve aile tarafından gelen cinsiyetçi baskıların evre değiştirmiş halidir. Evlilik kadınlar için anneleri, dergiler, reklamlar, kadın akrabaları ile aktarılmış ve hayali kurulduktan sonra en başarılı şekilde gerçekleştirmesi beklenen hayatındaki en büyük projedir.

Kadın evliliğin ilk yıllarında kocasına ve çocuklarına hayranca davranır. Yıllar geçtikçe kocasının onsuz da yapabileceğini ve çocuklarının da büyüdükçe annesine daha az minnettar olduğunu gördükçe yalnızlığıyla yüzleşir ve kendini nesneleşmiş bulur. Evi artık onun özgürlüğünün koruyucusu değildir.

ÖZGÜRLÜK BEKLENTİSİ

Kadın arzulanan ve kendini arzulatan, erkek ise arzulayan ve arzusu sınır tanımayan varlıktır. Kadın erkek ilişkileri bu ön kabuller etrafında mitlerini ve gerçekliğini yaratır; evlilik öncesi altyapı buradan kurulur. Kadınların çoğunun evli, evlenmek üzere olduğu ya da hayatlarını evlilik planı üzerine kurmasının altında yatan şey evlilikten bir özgürlük beklentisi içinde olmalarıdır. Kendi kontrollerinde sandıkları ama aslında yapmakla yükümlü oldukları ev işleri, çocuk bakımı, yemek, ve kocayı mutlu etme görevlerini yerine getirme becerilerine göre bir süreliğine varoluşsal soru işaretlerine sanrısal bir cevap oluştururlar. Bu onlar için anneden, toplumdan, tarihten, gelenekten gelen bir döngüsel kaderdir.

Özellikle evlilikleri ile ilk cinsel deneyimini yaşayan kadınlar yine az önceki döngüye içkin bir şekilde cinsel hayatları boyunca hiç cinsel tatmin yaşamadan anne ve büyükanne olabiliyorlar. Alabilecekleri tıbbi ve yazınsal yardımların eksikliğinin de etkisiyle zaten cinsellikleri hakkında bilince sahip olamayan kadınlar bu işte bir terslik olduğundan da habersizdirler. Cinsel ilişki sonundaki çocuk beklentisi ya da doğum ihtimali, kadınların ayrıyetten cinsel hayatlarını körleştirmekte ve eşlerinin birliktelik isteklerinin çok olduğu ancak bunu çocuk için isteyenlerin oranının çok düşük olduğundan bahsetmektedir. Ailesi ile kendini var etmesi beklenen kadın için çocuksuzluk, eksik bir aile profili yaratmakta ve kocasına karşı taşıdığı görev ve sorumlukların üstesinden gelemediğini düşündürmektedir. Bu kompleks ve özgüvensizlik onun yarım kadınlığına işaret olacaktır.

‘ERKEK ÇIKTISI’

Simone De Beauvoir’ın, “İnsanlık erildir ve erkek kadını kendisi için değil, erkeğe göre tanımlar; kadın özerk bir varlık olarak görülmez... Erkek kadına referansla değil, kadın erkeğe referansla tanımlanır ve farklılaştırılır. Kadın rastlantısal olandır, özsel olana karşıt özsel olmayandır. Erkek öznedir (ben), mutlak olandır, kadın ise öteki cinsiyettir” ifadesi İkinci Cins kitabındaki anlatılarının çok net bir özeti. Heteronormativenin en büyük dayanağı olan evlilik ve annelik Beauvoir’ın gözünden kendini var edemeyen bir kadının, evlilik hayali ile bunu gerçekleştireceğini zannederek aslında bir erkekten başka bir erkek boyundurluğu altına nasıl girdiğini, bir kadın olarak kendine, bedenine, yaratıcılığına nasıl yabancılaştığını ifade eder. Kadınlar açısından küstürücü cinsellik deneyimleri, evlilik içinde kadın rızasının artan oranlarda erkekler/devlet tarafından yok sayılışı, atanan bakım ve hizmet görevleriyle evliliği, erkek düzeni döndüren temel kurumlardan biri olarak tariflemeye yetmektedir. Bu anlamıyla Simone de Beauvoir feminist bir evlilik mümkün müdür sorusuna cevap aramaz, çünkü evliliğin kendisini erkek çıktısı olarak tarifler. Bunu söylemekle beraber hayatta her kadının bunu reddetme şansının olmadığını, ve bazısının bununla bir şekilde var olduğu gerçeğinin de farkındadır.