İngiliz dilinde koyun ile ilgili iki yüz dolayında sözcük ve kavram olduğunu okumuştum. Arapça’da ise koyun için bu zenginlik geçerli değil, ancak deve için benzer zenginlik var! Bu iki dil örneğine şaşırmamalı. Çünkü dil hayatın aynasıdır. Hayatta ne varsa, dilde onu buluruz. Bizim dilimizde de, tutuklu yazar sayısının “zenginliğini” buluyoruz.

Dil ve hayat ayrılmaz bir organik yapı gibidir. Dil ülkedir. Dili açarsak içinde hayatı ve ülkeyi buluruz. Hayatın sağlaması da dili ve ülkeyi verir.

Kandıra F Tipi hapishanesinde “Hayata Dönüş” zulmü ertesinde, içerdeki bir insanın “Halkımızın tutumu nasıl bu olanlara?” sorusu her ülkede sorulmaz. Başka bir dilde bu soru anlamsız kaçabilir. Çünkü dil bazen bir toplumun, bir dönemin parmak izi gibidir. Başka bir topluma başka bir döneme benzemez.

2001 yılının Ocak ayının başında, Kandıra F tipinde, kolunda kurşun yarası, hücrede Ocak ayı soğuğu. Bombalar, yangın ve kurşun sağanağı sonrası. İnsanlara nereye gidecekleri bile söylenmemişti. Getirip koymuşlardı. Kışın ayazı ile yeni inşaatın çiğ soğuğu ayrı bir işkence. Görüştüğümüz yaralı tutuklunun ilk sorusuydu; “ Dışarıda durum nasıl, halkımızın tutumu nasıl?” Bu sorunun pek çok yanıtı olabilirdi. Ben yanlış yanıtı seçtim “Halkımız duyarlı ve tepkili” dedim.

Hapishanede sevk sonrası görüşe gelen ilk avukatlardık. Öğlene kadar bekletilmiştik. Biz görüş için beklerken birileri girip çıkıyordu. Oysa gardiyanlar “Biz bile daha içeriye giremiyoruz” demişti. Gardiyanlar bile giremezken diğer girip çıkanların “Jitem” gibi bir şey(!) olduğunu çözmüştük. Aynı yerde uzun süre beklemenin verdiği “yakınlıkla” itirafta bile bulunmuşlardı: “12 Aralıkta bakanlığın çözüm önerisi kabul edilecek diye çok telaşlandık. Neyse ki kabul edilmedi.” Yani operasyon için hazırlık zaten yapılmıştı. Anlaşma sağlansaydı, operasyon için gerekçe bulmaları zor olacaktı.

Bu sürecin sonunda sorulan soruya, içerdekini üzmemek adına yanlış yanıt vermiştim.

Kandıra’ya 13 Şubat 2012’de giderken biliyorum ki Ragıp Zarakolu yanıtlanması zor bir soru sormayacak!

Başka bir dilde, örneğin görece demokratik bir ülkede, bir üstteki paragrafların yazılması mümkün olmazdı. Başka bir deyişle, böyle bir konum yaşanmayacağı için, böyle bir dilsel metin de ortaya çıkmazdı. Ama Türkçe’de, dilimizde bunu yazıyoruz.

Otuz yıldır insan hakları için demokrasi için mücadele etmiş, kitaplar yayınlanmış bir yazar ve gazeteci temel/genel demokratik kuralların işlediği bir ülkede, yasadışı örgüte yardım ve yataklık suçlaması ile tutuklanmaz. Siz de hapishane ziyaretine gitmezsiniz. Gitmediğiniz içinde bu olaya ilişkin bir dil kullanımına rastlanmaz.

Dil, olanı anlatır. Olacağı da anlatır. Sorular, bilincin sorularını çözer. Ancak, İçerdekinin soruları söz konusu  ise, çözülecek bilinçten önce, çözülecek, hatta kırılacak zincirler var demektir!

Ragıp Zarakolu’nun Kandıra’dan herkese, insan olan herkese selamı var.

Ragıp abi içerde beni yanlış yanıta zorlayacak soru yerine, aynı işini, hep yaptığı işi yapmayı sürdürüyor; İnsanın zincirlerini kırma işini… Işıltılı, doğru bir bilinç ve bilgi ile…
Haftanın dizesi: “Fena halde yabancılık kokuyor duvarlar.” (Y. Ritsos. Çeviri: Cevat Çapan,   bir mayıs günü bırakıp gittin, Can Y.)