1 Mart 2003. ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in ofisi. Tezkere kabul edilmemiş, kızgınlar. Turan Yavuz’un ‘Çuvallayan İttifak’ kitabında anlattığına göre, ABD’li bir yetkili Türkiye’deki arkadaşını arayıp bağırıyor: “Söyle onlara, bize üç darbe borçları vardı. Böyle mi ödüyorlar borçlarını!..”

Dönemin Başbakanı Erdoğan, geçmeyen 1 Mart tezkeresiyle ilgili Eylül 2006’da yaptığı bir açıklamada şöyle diyor: “Biz keşke Irak’a girseydik. Gitmiş olsaydık şu anki olumsuz tablo olmayacaktı.”

(Olumsuz tablodan kastının El Kaide ve IŞİD yapılanması mı, Irak’ta ABD askerlerinin sorumlusu olduğu cinayetler ve işkenceler mi, bilmiyoruz.)

Aradan 10 yıl geçti, 15 Temmuz 2016’da AKP aydınlanma yaşadı, Gülen Cemaati’yle birlikte ABD’yi ve CIA’yi de ‘keşfetti’.

Darbe girişiminin sorumlusu olarak bu kez ‘üst aklı’ bile değil, direkt olarak ABD’yi gösterdiler.

Sanki kendilerini iktidara taşıyan güç başkaymış gibi siyasiler bu sefer biraz daha üst perdeden konuşurken; diğer taraf da bu kez ve neyse ki işi eline yüzüne bulaştırdığından, iki tarafın da sonraki hamlesini merakla bekliyoruz.

Bu arada AKP, Cemaat’in devlete ‘sızdığını’ iddia ederken, kendilerinin kandırıldığını söylüyor ancak henüz kimse çıkıp “Haberimiz yoktu” deme cüretini de göstermedi. Çünkü Cemaat ya da CIA ya da NATO, adına ne derseniz deyin, hem AKP döneminde hem 12 Eylül iktidarının ardından gelen tüm hükümetlerde ve devlette kapılar ardına dek açılarak içeri buyur edildi ve bu gerçeği biz biliyorsak, AKP de biliyordu. Ayrıca bu tertip AKP’yle de başlamadı. (Ama hız kazandığı kesin.)

Örneğin, ‘İslamcılarla savaşın kalesi’ olarak görülen 28 Şubatçıların zamanında bile yaklaşım, Cemaat bir yana, İslamcılar bir yanaydı. 1995’te dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Fethullah Gülen'in öğrencilerini neşeyle ağırlamış, hediye vermişti.

‘Gülen’in 40 yıllık yol arkadaşı, kara kutusu’ denilen, yukarıdaki buluşmanın da mimarı Nurettin Veren de çok değil bir yıl önce, 3 Temmuz 2015’te Akşam gazetesine şunları anlattı: “…Bizzat benim Cemaat ile tanıştırdığım siyasiler vardı. Örneğin Turgut Özal, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Bülent Ecevit gibi isimleri ben Cemaat’le tanıştırdım. Cemaat’in büyüyüp gelişmesinde onların da çok büyük katkıları oldu.”

Tabii köprünün altından çok sular aktı; Nurettin Veren Akit’e, “Ben paralel yapıyı 2003’te ihbar etmiştim” dedi, şahit olarak da Hasan Karakaya’yı gönderdi.

İlişkiler ağından başımız dönüyor. Ama bu ilişkiler dünyanın gidişatını her zaman belirlemiyor.

Dünya ABD’nin satranç tahtası değil.

Hâlâ varlığını sürdüren komünistlere, ABD ordusunun çıkarmasına rağmen devrim yapan Küba’ya, 1979 İranı’na, ancak kontgerillasıyla baş ettiği Endonezya ve Filipinler’e, hâlâ direnen Latin Amerika ülkelerine, hatta sadece Rusya’ya bakmak yeterli, bunu görmek için.

Memleketimizdeki ordu, siyasiler ve Müslüman Kardeşler benzeri İslamcı oluşumların aksine, Türkiye’de ve bütün dünyada insanlar ABD’nin başını çektiği emperyalizme karşı yıllardır savaş veriyor.

Dün askerle, bugün İslamcılarla boyunduruk altına almaya çalıştığı Türkiye’de de milyonlarca insan, kimsenin kimseyi kandırmadığının farkında.

Kandırıldıklarını söylerken aslında ihanete uğradıklarını kastedenlerin uzun zamandır adını açıkça söyleyemediğinden ‘üst akıl’ diye bahsettiği ABD’nin Genelkurmay Başkanı da Türkiye’ye dün sabah geldi. Buyurun, bildirin haddini bakalım.