Yakındoğu coğrafyasında yeni paylaşım savaşı başladı. Belki hiç bitmedi de, bugün biraz daha keskinleşti. Etik ölçüleri, duyarlılığı gelişen ve elbet tarih bilinci olan insan; olaylar başına gelmeden de, öngörü, deneyim, bilgi ve elbet birikimle doğruyu kavrayabilir. En azından seçenekler üretir ve nasıl tutum takınması gerektiğini bulmaya çabalar. Bilim dediğimiz bunun için vardır. Eğer tarihsel verilerden kopuk olursanız, hayalci, dahası tehlikeli bir oyunun tarafı olarak bulursunuz kendinizi!

Siyaset bir zar atma oyunu değildir. Olabildiğince özgür kalmayı, kendine yetmeyi, insanların huzurlu, mutlu bir arada yaşamasını bulmaya çalışma işidir ve bu yüzden güçtür. “Eğer bunca güç bir işse, neden bizim coğrafyamızda hep düşünce dünyası zayıf, beceriksiz ve zalim hükümranlar iktidarda?” diye sormak hakkımız. Olağanüstü haller hariç, yazık ki Yakındoğu, bizim de içinde olduğumuz bölge hep sömürü alanı olmuş, halkların din ve milliyetçilikle uyuşturulduğu ve tek adama mahkûm karanlık/kanlı/karışık topluluklar olarak yaşamıştır. Şimdi artık sıcak savaş zamanı…

“Üçüncü dünya savaşı çıktı” demek kolay ve haklı. Lakin acaba sahiden yeni mi bu savaş? Esasen kapitalizmin ayakta durması için sürekli çatışmaya, sömürü alanlarına ve buradan beslenecek gerilimli saflaşmaların keskinleşmesine gereksinimi var. Bunun için de ulus-devlet iyi bir olanak. Dönem dönem çehresi, içeriği değişse de; nihayetinde din, ırk, mezhep türü ayrışmalar kolay kaşınabilir. En önemlisi ‘özgürlük’ olgusunu kimlikler üzerinden tartıştırmak, hakikati gölgelemek ve boyunduruk altına girmeyi kolaylaştırmaktır.

Geçen gün fizik biliminin geldiği aşamayı okuyunca, sınırlı tahayyül edebilirlik içinde bile, elden geldiğince öteyi sezmeye çalışarak daldım gittim. Temel soruları sormaktan korkan halkların bu savaşlara tutunduğunu düşündüm. Sadece hayatta kalabilmek için savaş veren insanların, nasıl olur da felsefeye, fiziğe zamanı olsun? Hal böyle olunca önderler, peygamberler, örgüt liderleri, siyasi kurtarıcılara sığınıyor insanlar ve kolay ölüyor.



“Seni seviyoruz uzun adam” diyebilmek için hem kalbin, hem gözün kör olması gerekmez mi? Ölmeyi, öldürmeyi Yakındoğu hep kutsar. Oysa ya yaşamak? Bir kez ele geçen ve sınırları olan bu benzersiz süreci anlamak yerine; bir hayvandan çok daha geri dürtülerle, vahşetin tarafı olmak niye? On altı yaşında bir genç kız sokağa çıkıyor, o sırada yasak geliyor, evine dönemiyor… Buna yazgı denir mi? Yazgıysa bu, kim yazıyor, adaleti nerede? Sevmenin ölümle tarif edildiği memleketimde, bundan duygulanan bir başkana beş kaldı. Duygu tamam da, başkanlık az sonra…

Toplumumuz yaptığı tercihlerden dolayı ağır bedel ödeyecek. Şöyle düşünün hakkımızda dün karar veren ve bugün yetkiyi elinde bulunduranlar arasında ihtilaf oluyor ve koskoca milyonlar bu çatışmadan umut filizlensin istiyor. Kim bunlar? Erdoğan, Gül, Arınç, Çelik, Ergin ve benzerleri… Bu takımdan ne gibi olumlu bir fikir çıkabilir? Her dakika nefret suçu işlemiş, toplumu ayrıştırmış, hamasi bir din yaratmış ve her şeyin alınır satılır olduğu bir dünya için bir araya gelmiş insanlar topluluğu bu! Eğer topuyla mücadele etmezseniz yanlış yoldasınız demektir. Bu coğrafyada din tacirliğiyle, milliyetçi uyuşmayla kavga etmeye cesaretiniz yoksa her daim yenilirsiniz!

Elindeki askeri güçle böbürlenen bir toplumdan söz ediyoruz. İşin tuhafı ne elindeki silahı kendi üretiyor memleketim, ne de bağımsız olmayı becerecek siyasileri var. Ordusu göbekten dünyanın en güçlü devletine sırtını dayamış bir halk, sahte kahramanlık öyküleriyle seviniyor. Acıklı bu. Bugün kabadayılık yaparken herkes: “Nasılsa bize Rusya dokunamaz, müttefikimiz ABD” diyor. Hem Hristiyan düşmanı ol, hem de başın derde gelince “Kurtar beni büyük abi” de! Ağıza alınmayacak küfürler ettiğin İsrail’in kuruluşlarıyla sarayda yemek ye! Bunu görmemeye direnen bir halk, bu ikiyüzlülüğün bedelini öder!
Demem o ki; savaş her zaman diktatörlerin iktidarda kalması için önemli bir araçtır. Ancak bu kez iç içe geçmiş savaşlar içindeyiz. Bölgenin tarihsel hesaplaşması bir yandan, küresel bilek güreşi öte yandan sıkıştırıyor bizi. Dahası, bence doksanlardan çok daha derin ve ürkütücü bir iç savaş sürmekte. Tüm bunları da sultan, halife olma düşü kuran birinin iki dudağı arasında izliyoruz. Toplumu teker teker teslim almak olanaklı değildir. Toplu tutsak etmek daha kolaydır. Savaşın işlevi budur. “Vatan hainliği” türü soyut bir savla vaziyet kolayca idare edilir. Böylece sahte kahramanlara gün doğar.

Burası Ortadoğu/Yakındoğu! İnsanların kolay öldüğü, acılı coğrafya… Unutmayalım burada bir gün teröristsiniz, bir gün kahraman! Bir gün vezirsiniz, bir gün rezil!
Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli!