AKP’li ve MHP’li siyasi aktörler ittifak pazarlığının iki parti arasında sürdürülmesini en iyi çözüm olarak görüyor gibi

Kanlı cephenin sinsi ortağı: MHP

Genel seçimler öncesinde sandık hesapları yapılırken bir yandan da gizliden gizliye farklı koalisyon seçenekleri üzerinde düşünülüyordu. Erdoğan ve AKP sözcülerinin seçim kampanyası boyunca büyük ölçüde CHP ve HDP’yi hedef alması, MHP’ye yönelttikleri eleştirileri ise parti tabanını öfkelendirmeyecek bir seviyede tutması 8 Haziran’ı düşünerek geliştirilmiş bir stratejiydi. Seçim sonrasında her ne kadar Bahçeli herhangi bir koalisyon içinde yer almayacaklarını söylese de hem AKP’li hem de MHP’li siyasi aktörler ittifak pazarlığının iki parti arasında sürdürülmesini en iyi çözüm olarak görüyor gibi. Bu bağlamda Meclis Başkanlığı seçimi hükümet kurmaya giden süreçte ilk aşama olarak değerlendiriliyordu. AKP uzun süredir meclis başkanlığını yürütmenin sekretaryasına dönüştürerek meclisin iç denetim mekanizmalarını bypass etmenin yolunu bulmuştu. O yüzden Meclis Başkanının AKP dışından seçilmesi parlamenter sistemin işleyişi dikkate alındığında sembolik olmanın ötesinde bir değer taşıyordu. MHP’nin son turda geçersiz oy kullanarak AKP adayı İsmet Yılmaz’ı seçtirmesi, iddialarının aksine ilkeli bir tavrı değil doğrudan AKP ile kurulmuş bir siyasi ittifak. Bu tutumuyla MHP, 7 Haziran sonrası özgüven kaybı yaşayan AKP’ye zafer aşısı yaptı.

İttifakın Tarihi
Biliyoruz ki Türkiye sağının kendi içinde bloklaşmasının tarihi, ülkedeki devrimci demokrat güçlerin yükselişine koşuttur. 1970’lerin ikinci yarısında solun toplumsal dinamizmin yegâne gücü olduğu günlerde kurulan Milliyetçi Cephe hükümetleri, sermayenin talepleri doğrultusunda sol muhalefeti bastırmak için harekete geçmişti. MHP ve MSP, oy güçlerinin çok ötesinde siyasi manevra alanına sahip olarak kendilerine muhtaç olan AP’yi köşe sıkıştırmış ve devletin kilit pozisyonlarını ele geçirmişti. Sağın politik hafızası nesilden nesle bir biçimde aktarılıyor. MHP, AKP hükümetleri zamanında da çok kritik yerlerde AKP’ye destek verdi. Bunu yaparken de AKP’yi eleştirir görünüp aynı karenin parçası olmamaya özen göstererek siyasi sorumluluğunu perdeledi. Örneğin Türkiye’de eğitim sisteminde büyük tahribat yaratan 4+4+4’ün geçmesinde MHP başroldeydi. Bahçeli imam hatip liselerinin orta kısımlarının açılmasında ve müfredata ek din derslerinin konmasında iktidara yardımcı olurken bir yandan hükümeti adım atmaya zorlamakla iftihar ediyordu. Çözüm süreci nedeniyle AKP’yi itham ettiği günlerde “milli hassasiyetinin gereği” olarak Irak ve Suriye’ye ilişkin tezkereye evet dedi.

AKP – Gülen kavgasının da MHP dahil sağ bloğun kendi içindeki konumlanışında etkisi yadsınamaz. 2011’de MHP parti iç kavgalar nedeniyle sarsılmış; müsebbibi olarak da cemaat görülmüştü. O esnada AKP cemaat işbirliği sürüyordu. Ne zaman bu ittifak bozuldu hem AKP hem de cemaat, MHP’yi kendi saflarına çekmeye çalıştı. MHP de bu puslu havadan epey istifade etti ve hem cemaatten oy aldı hem de bürokraside cemaattin tasfiye edildiği yerlere yeniden yerleşmeye başladı. Böylece 2013’ün sonundan itibaren iki sene sonrasının hazırlıklarına başladı. MHP’liler tüm bu süreci göz önüne alarak 1970’lerin Milliyetçi Cephesi’ne benzer bir modele AKP’yi mecbur kılmak için taktikler geliştiriyor. Bahçeli’nin kendi siyasi gündemi doğrultusunda meclisin hareket etmesini sağlama ihtimali çok güçlü olmadığından, MHP yaptırmayı değil yaptırmamayı hedefleyen bir siyasi strateji takip ediyor. HDP’nin içinde olduğu bir denkleme dahil olmayacağını söyleyerek AKP dışındaki koalisyon seçeneklerine set çekmesini bu bağlamda düşünmek mümkün.

Bahçeli Hesabı
MHP yönetiminin tavrı analiz edilirken birkaç noktayı hatırlamakta fayda var. Hiçbir somut proje geliştirmemesine rağmen MHP seçimden oylarını arttırarak çıktı ve özellikle İç Anadolu’da AKP’ye kaybettiği oyların bir kısmını geri aldı. Bahçeli bu “başarıyı” çözüm sürecine karşı yürüttüğü muhalefete indirgeyerek hareket ediyor. Dolayısıyla HDP’yi tanımadığını ilan ederek AKP’nin milliyetçi tabanından orta vadede daha geniş bir destek alarak merkez sağ pozisyonu ele geçirmeyi hedefliyor. Ayrıca AKP’nin Kürt illerinde kaybettiği oyu, seçim sonrasında izlediği siyaseti ve olası savaş senaryolarını hesaba katarak AKP’yi MHP’siz bir “kurtuluş reçetesi” olmadığına ikna etmeye çabalıyor. MHP’nin AKP’ye fayda sağlayacak hamleler yapmasını HDP karşıtlığı üzerinden cilalatıp parlatması seçmeninden gelecek muhtemel eleştirileri minimize etme yönünde geliştirilmiş bir strateji.

MHP ya eli güçlü bir iktidar ortağı olmak istiyor ya da sistemi tıkayarak kendi pozisyonunu güçlendirecek erken seçim dahil bir ara çözümün diğer siyasi aktörlerce ‘kendiliğinden’ hazırlanmasını bekliyor. Her iki seçenekte de MHP, partinin cesametini aşan bir siyasal nüfuz peşinde. Fakat bu hamlelerin hem doğrudan MHP’yi hem de AKP dışı muhalefetin kendi içindeki ilişkileri etkileyen sonuçları olacak gibi görünüyor. Uzun müddet AKP’nin alternatifi olsa olsa CHP-MHP koalisyonu olur denerek AKP’yi alternatifsiz gösterme taktiği yürütülmüştü. Bugün görülüyor ki MHP izlediği tavırla örtük müttefikinin CHP değil AKP olduğunu tescillemiş durumda. MHP ve CHP tabanı arasında yakınlaşma olarak tarif edilen şeyin ne denli toptancı bir yorum olduğu da bu konjonktürde ortaya çıktı. Bu bağlamda AKP’lilerin iki parti tabanı arasındaki “sosyolojik yakınlık” iddialarının da benzer bir siyasi manevra olduğunu söylemek gerek. Neticede siyaseten hesap vermemek ve “meşru” bir aktör olarak yola devam etmek isteyen bir AKP ile kendi ikbalini sağ blok içinde hareket etmekte gören bir MHP var. Toplumsal muhalefeti bastırmak ve devlet şiddetini katmanlaştırmak her iki partinin de ajandasında ilk sırada. Hal böyleyken MHP ister AKP’li bir seçeneğin ortağı olsun ister olmasın parlamentoda faşizan eğilimleri belli bir sağ blok oluşmuştur. Bu sağ bloğa karşı sokaktaki dayanışma ile meclisteki mücadelenin senkronize edilmesi, CHP’nin ve HDP’nin beraber hareket etme pratiğini geliştirmesi orta vadede tüm Türkiye halklarının lehine olacak.