Kant’tan sömürgeciliğe, Nazi döneminden savaş sonrası döneme: Almanya’da siyahların ayrımcılığa uğraması uzun bir geçmişe sahip. Amerika’da siyahlara karşı gelişen ırkçılığın kökenini Almanya’da aramak yanlış olmayacaktır.

Kant’tan Nazi dönemine ve günümüze Almanya’da ırkçılık

Malcolm Ohanwe

Almanya’da yaşayan birçok insan Minneapolis, New York City ya da Atlanta’da olanlara şaşkınlıkla bakıp, beyazların kendileriyle aynı ülkede yaşayan siyah vatandaşlara nasıl böyle davranabildiklerine düşünüyor. Polisin George Floyd’a yaptıkları ve ölümüne sebep oluşları, evinde uyurken polis tarafından vurularak öldürülen Breonna Taylor ya da rutin bir trafik kontrolü sırasında arabasında yine polis tarafında vurularak öldürülen Philando Castile. Bütün bunları Almanya’nın konuyla hiç ilgisi yokmuş gibi düşünüyor ve Amerika’da yaşanan ırkçılığı eleştiriyoruz.

Durum sandığımız gibi değil

Siyahlara karşı ırkçılığın Almanya’da da var olduğu ve hatta bu ırkçılığın Almanya’nın tarihindeki özel yeri ya tamamen göz ardı ediliyor ya da insanlar bu tarihsel gerçeklik konusunda bilgilendirilmiyor. Amerika’da yaşayan beyazların büyük bir bölümünü Alman diasporası oluşturuyor. Amerika’daki en büyük etnik grup yine Alman asıllı Amerikalılardır. Alman asıllı Amerikalılar’ın iktidarın hemen her kurumunda temsilcileri mevcut. ABD Başkanı Donald Trump’ın dedesi Frederick Trump da bugünkü Rheinland-Pfalz eyaletinden ABD’ye göç etmiş Almanlardan biri.

Beyaz ırkın diğer ırklardan üstünlüğünü ve bu nedenle onlara baskın olması gerektiğini savunan sözde beyazların üstünlüğü ideolojisi (white supremacy), demografik ve göç tarihi açısından değerlendirildiğinde ABD ve Nazi Almanya’sında büyük benzerlikler gösteriyor.


Irkçılığın kökenini aramak

Bu dönemde ABD’ye göç eden birçok beyaz, aryan ırkçılığı ve Yahudi düşmanlığı duygularıyla şekillenmiş Alman gruplarla birlikte yaşamıştır. Bu açıdan bakıldığında siyahlara karşı gelişen ırkçılığın kökenini Almanya’da aramak yanlış olmayacaktır.

Alman tarihçi Fatima El-Tayeb bu sorunsalı şöyle tanımlıyor: “Siyahlara karşı yapılan ırkçılık evsenseldir, bu Avrupa’daki aydınlanma düşüncesi ile yakından ilişkilidir. Aydınlanma, modern toplumların temelini oluşturur ve bu temel dünyaya hiyerarşik bir gözle bakar: Siyahın üzerinde beyaz, kadının üzerinde erkek, Doğu’nun üzerinde Batı.”

‘Bilimsel ırkçılığı Kant kurdu’

Kölelik ve ABD‘de siyahların sadece belirli okullara gidebilmeleri, arazi satın alamamaları veya otobüste belirli yerlere oturabilmeleri gibi ırkçı uygulamalar Almanya’da bilinmekteydi. Immanuel Kant’ın 18.yüzyılda insanlığı “kendini beyaz ırkta gösteren mükemmellik “şeklinde tanımlamasına rağmen, Alman tarihinde yüzyıllardır var olan siyah karşıtı ırkçılıktan okul müfredatlarında pek fazla bahsedilmemiştir. Günümüzde Kant “bilimsel ırkçılığın” kurucularından biri olarak kabul edilmektedir.

kant-tan-nazi-donemine-ve-gunumuze-almanya-da-irkcilik-752315-1.
Kant

İlk siyah karşıtı yasalar bundan 100 yıldan fazla bir süre önce, sömürgecilik döneminde Almanya’da uygulanmaktaydı. Afrika’yı bölüşmeye dönük yarış Almanya’da başlamıştı. 1884 yılında yapılan Berlin Batı Afrika Konferans’ı (Kongo Konferansı) Alman şansölyesi (Başbakan) Otto von Bismark başkanlığında toplanmıştı. Afrika’yı bir pasta gibi bölüşmek üzere Avusturya- Macaristan, Belçika, Fransa, İngiltere, Hollanda, Portekiz ve Rusya Berlin’e davet edilmişti.

Günümüzde Togo, Tanzanya ve Namibya devletlerinin olduğu bölgeler Almanya’nın payına düşmüştü. Almanya Federal Siyasi Eğitim Merkezi (Federal Agency for Civil Education- Bundeszentrale für politische Bildung) o dönemi şu şekilde tanımlamaktadır: “Yerli halkın ekonomik potansiyelinin ve işgücünün acımasız ve saygısızca sömürülmesi.”

Afrika'da işlenen suçlar

Kolonilerde beyaz olanlar beyaz olmayanlardan ayrılmış ve beyaz olmayanlar dışlanarak “değersiz” ilan edilmişti. Togo’da hırsızlık yaptıklarından şüphelenilen işçilerin elleri kesilmekteydi. Bugünkü Tanzanya’da yüzlerce insan baskıya karşı isyan ettikleri için açlığa terkedilmişti. Fatima El-Tayeb bu suçu ABD’nin siyahlara karşı işlediği suçlarla kıyasladığında “gerçek anlamda niteliksel fark” görmediğini ifade eder.

Almanya bugünkü Namibya’da 1904 ile 1908 yılları arasında Herbert ve Nama’lara soykırım yaptı. On binlerce insan toplama kamplarında öldürüldü. Bu toplu katliamlar ancak 2015 yılında soykırım olarak tanınabildi.

Dönemin elitleri tarafından1990’lı yıllardan itibaren Alman olmanın sadece beyaz ve safkan olmaktan geçtiği algısı yaratılmaya başlanıldı. Afrika uzmanı Josephine Apruka, Zeit Online ile yaptığı bir röportajda bu durumu şöyle açıklıyor: “Sömürgecilik döneminde Almanya’da ve ABD’de olduğu gibi, one drop rule ( tek damla kuralı) hakimdi. Bu kurala göre “Eğer bir insanda bir damla bile siyah insan kanı varsa, bu insan Alman halkının bir parçası değildir.”
Kan bağı (ius sanguinis) ilkesine göre beyaz baba ve siyah anneden doğan çocuklar Alman olarak kabul edilirdi. Ancak imparatorluk bu tür çocukları Alman olarak kabul etmek istemedi ve bu tür evlilikleri yasakladı. Apraku bu tarz ilişkilerden doğan siyah çocukların Alman vatandaşlığından çıkarıldığını söyler. Dönemin ırkçı yasaları nedeniyle Kazakistan ve Rusya gibi beyaz ırka mensup ülkelerde yaşayan Alman kökenlilerin Alman vatandaşlığına alınması oldukça kolayken, kökeni Alman olan Togo’lu Gerson Liebl’in vatandaşlık isteği reddedilmiştir.

Buna göre “tarihsel olarak bakıldığında Alman olmanın hiçbir noktasında siyaha yer yoktur” der tarihçi El-Tayeb. Sömürgecilik sonrası dönemde Almanya’nın aksine Fransa ya da İngiltere gibi ülkelerde vatandaşlık ırkçı bir kan bağı prensibi olarak görünmüyordu.

Nürnberg Yasaları ve ırkçılık

Siyahlara karşı yapılan ayrımcılık Nazi Almanya’sında da devam etti. 1935 yılında yürürlüğe giren Nürnberg Yasaları ile birçok siyah vatandaşlık hakkını kaybetti. Bunlar arasında sömürge ülkelerinden gelen göçmenlerin torunları ve insan hayvanat bahçelerinde çalıştırılan insanlar da vardı. Nürnberg Yasaları ile birlikte bu insanların üniversiteye gitmeleri yasaklanmış, birçoğu toplama kamplarında kısırlaştırılmış ya da öldürülmüştü.

Siyah karşıtı Alman ırkçılığı ikinci dünya savaşından sonra da bitmedi. Siyah ABD askerleri ve Alman kadınlarından doğan çocuklara (Brown Babies) Alman vatandaşlığı verilmedi ve bu çocukların anneleri büyük hakaretlere uğradılar. Dönemin CDU’lu siyasetçisi Luise Rehling 12 Mart 1952 yılında parlamentoda yaptığı bir konuşmada şunları söylemiştir: “İşgal dönemi çocukları arasında özel bir grup var; 3 bin 093 zenci melez çocuktan oluşan bu grup insani ve ırksal bakımdan ciddi bir problem oluşturmaktadırlar. Ülkemizin iklimi bile bu insanlara uygun değildir.”

kant-tan-nazi-donemine-ve-gunumuze-almanya-da-irkcilik-752316-1.

Bu çocukları toplumla bütünleştirmek için çabalar olsa da, melezler için oluşturulmuş yurtlara gönderilmiş ve velayet hakları beyaz annelerinden alınmıştır.

Doğu Almanya bile Mozambik, Angola ya da Tanzanya gibi dönemin komünist Afrika ülkelerinden bir dizi sözleşmeli işçi getirmiş ve bu insanları sömürmüştür. Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden sonra bu insanlar geldikleri ülkelere geri gönderilmişlerdir. Bu insanlar yıllardır hakları için uğraşıyor, tazminatlarının ödenmesini bekliyorlar.

Siyah karşıtı ırkçılık uzun ve Alman tarihi ile çok yakından ilişkilidir. Bu durum kendisini siyah ve Alman olmayı birbirinden net bir şekilde ayırmakla gösterir. Tüm bunlara rağmen konuyla ilgili hemen hiçbir tartışma yapılmamış ve yüzleşme gerçekleşmemiştir. Bu da yine Alman tarihindeki başka bir karanlık bölümünden kaynaklanmaktadır.

Siyah karşıtı ırkçılığın adlandırılması, tanınması ve bu sorunsala dair yeterli bir hatırlatma kültürünün oluşturulmasına engel oluşturan neden, Alman ırkçılığı denildiğinde akla ilk gelenin Yahudi düşmanlığı oluşudur.

“Kolektif farkındalık açısından değerlendirdiğimizde, sömürgecilik döneminde yaşatılan zulmün Yahudi soykırımının çok gerisinde kaldığını görüyoruz” diyor Josephine Apraku.

Elbette biri diğerinin önemini azaltmıyor. Ancak 200 yılı aşkın tarihin arka planına bakıldığında, ABD’de de yaşanan siyah karşıtı ırkçılık çok da uzağımızda görünmüyor. Siyah karşıtı ırkçılık Almanya’ya yakın olmanın da ötesinde, bir bakıma temelleri burada.

Die Zeit’ten çeviren: Nurcan DİKME YAŞAR