Son bir haftadır gelişen olaylar karşısında, başta öğrenciler olmak üzere Boğaziçi Üniversitesi’nin bütün bileşenlerinin, senato kararında üniversitenin “vazgeçilmez nitelikleri” diye tanımlanan bu ilkeler etrafında bir araya geldiğini söyleyebiliriz. Boğaziçililer, bu ilkelerin garanti altına alınmasını yalnızca kendi kurumları için değil, Türkiye’nin bütün üniversiteleri için talep ediyorlar.

Kantin masası

Boğaziçi’ne ilk kez adım attığımda, o zamanlar ‘Orta Saha’ dediğimiz Güney Meydan’da şöyle bir durup etrafımdaki rengârenk kalabalığa hayretle baktığımı hatırlıyorum. Bütün lise hayatımı gri, beyaz ve lacivertten oluşan üç renkli bir üniforma içinde daralarak geçirdikten sonra, o güzel sonbahar gününün yumuşak ışığı altında dalgalanan fularlar, savrulan saçlar ve o dönemde pek moda olan çiçekli basma etekler bana düpedüz bir vaha gibi görünmüştü. Havada garip, ıtırlı bir koku vardı. Bunun özgürlük kokusu olduğunu daha sonra anlayacaktım. Meydanda biraz oyalanıp bu kokuyu ciğerlerime çektim.

oğaziçi’nde geçirdiğim o ilk sene, hayatımın en önemli senelerinden biriydi. O sene yurt odasını paylaştığım ve Türkiye’nin dört bir yanından gelen arkadaşlarım da benim gibi değişip dönüştüler. Her birimiz, farklı yaşam biçimlerine, ilk anda bize yabancı gelen düşüncelere, daha önce hiç karşılaşmadığımız türden insanlara doğru açıldık. Okulun kucaklayıcı atmosferi içinde, birbirimizi dinlemeyi ve bize benzemeyenlerle birlikte yaşamayı öğrendik. Böyle yazıyorum ama bu hiç de kolay bir süreç olmadı aslında. 12 Eylül Darbesi ertesinde büyüyen bizler çok katı bir tedrisattan geçmiştik. Kafalarımız da üniformalarımız gibi insanın ruhunu daraltan üçlü renk paletinde sıkışıp kalmıştı. İşin fenası, neyin ne olduğuna dair bir fikrimiz olduğunu sanıyorduk. Dostlar düşmanlar, iyiler kötüler, aklar karalar, tekrar edile edile belletilmişti bize. Ama işte şimdi buradaydık ve hiçbir şey anlatıldığı gibi değildi.

O dönemden bana kalan en önemli şey, bana benzemeyenleri görmezden gelmemeyi öğrenmiş olmaktır. Oysa görmezden gelmek en kolayıdır. İçinden bakarak, temas kurmadan, dikkate almadan yürüyüp gidersiniz. Başkaları da size aynısını yapar. Böylece, aynı mekânı paylaşıyor olsanız bile, birbirinize değmeden yaşar durursunuz. Ne var ki, okulun atmosferi buna izin vermiyordu. Size en yabancı olacağını düşündüğünüz kişiyle, bir gün aynı kantin masasına düşerdiniz mesela. Birden bir şeyler anlatmaya başlardı, siz de dinlerdiniz. Ya da bazen siz bir şeyler söylerdiniz, o dinlerdi. Bu insanlardan bazılarıyla arkadaş olurdunuz sonra.

Birini bütün dikkatinizi vererek dinlemenin bir tür cömertlik olduğunu da Boğaziçi’nde öğrendim. O zor döneme rağmen, kurumun hiyerarşiden uzak yapısını korumaya çalışan ve öğrencilere kulak veren üniversite idaresi bunun bir örneğiydi. Hocalarımız da böyleydi. Zamanlarıyla ve ilgileriyle cömerttiler. Kapıları öğrenciye açıktı; anlatmaya, paylaşmaya hazırdılar. Ofis saatlerinde odalarına uğrayabilir, herhangi bir konuda konuşabilirdiniz. Bu yaklaşım, öğrencilerde bir aidiyet hissinin oluşmasına yardımcı oluyordu. Biz de okulun bir parçasıydık, bizim görüşlerimiz de önemliydi.

Seneler sonra okula hoca olarak geri döndüğümde ben de öğrencilerime karşı aynı şekilde cömert olmaya çalıştım. Onların gelişip büyümelerini kıvançla ve neşeyle izledim. Çay sıralarında bekleyip kantin masalarında oturmaya devam ettim. Yeni gelenlerle masa her sene biraz daha büyüdü. Kimi zaman kahkahalar attık, kimi zamana hararetli tartışmalar yaptık ama konuşmayı hiç bırakmadık.

Yetişkin bir insan olarak okula dönünce, üniversiteme bir daha alıcı gözle baktım. Okulun kusurları yok muydu? Vardı elbette. Bütün sorunları aşabilmiş miydi? Tabii ki hayır. Her zaman doğru kararlar veriliyor muydu? Burası da tartışmaya açıktı. Fakat Boğaziçi çoksesli kalmak ve tartışmayı yürütmek konusundaki samimi çabasını terk etmemişti. Dahası öğrencilerine iyi eğitimden çok daha fazlasını vaat ediyordu. Boğaziçi genç insanlara ilham veren bir yerdi. Burada eğitim almak uğruna hayallerinizi geride bırakmanız gerekmiyordu. Tam tersine, Boğaziçi sizi kimliğinizle, umutlarınızla, hayallerinizle, olduğunuz gibi kabul ediyor ve kendinizi gerçekleştirebileceğiniz alanları bulmanızı mümkün kılıyordu. Amacı sadece mesleklerini layıkıyla yapan kişiler yetiştirmek değildi. Bunun yanı sıra, bulundukları her yerde hayatı anlayıp dönüştürebilecek yaratıcı bireyler yetiştirmeyi hedefliyordu. Onun için size ve hayallerinize değer veriyor, onları yeşertmeniz için uygun toprağı sağlamaya çalışıyordu.

Tıpkı öğrencileri gibi, üniversitenin de hayalleri vardı. Boğaziçi Üniversitesi, 150. yıldönümünü kutladığı 2012 senesinde, kamu üniversitelerinin hangi ilkeler çerçevesinde şekillenmesi gerektiğine dair bir senato kararı yayımlayarak, bu hedeflerin menzilini de belirlemiş oldu. Bu karara göre, bütün kamu üniversitelerinin topluma karşı görevlerini yerine getirebilmek için, 1) akademik yeterliğe sahip bireylerin erişimine açık, 2) özgürlükçü, bilimsel olarak özgür ve bağımsız, ve 3) akademik, idari ve mali anlamda özerk, katılımcı ve hesap verebilir kurumlar olması öngörülüyordu.

Son bir haftadır gelişen olaylar karşısında, başta öğrenciler olmak üzere Boğaziçi Üniversitesi’nin bütün bileşenlerinin, senato kararında üniversitenin “vazgeçilmez nitelikleri” diye tanımlanan bu ilkeler etrafında bir araya geldiğini söyleyebiliriz. Boğaziçililer, bu ilkelerin garanti altına alınmasını yalnızca kendi kurumları için değil, Türkiye’nin bütün üniversiteleri için talep ediyorlar. Bugün mezunuyla, çalışanıyla, öğrencisiyle, hocasıyla bütün bir Boğaziçi camiası hep bir ağızdan aynı itirazı dile getiriyor: Melih Bulu’nun ya da bir başkasının tepeden inme bir şekilde okulun başına getirilmesine karşı çıkıyor, “üniversitenin akademik özerkliğini, bilimsel özgürlüğünü ve demokratik değerlerini açıkça ihlal eden bu uygulamayı kabul etmeyeceklerini” söylüyorlar.

Yani yine aynı kantin masasının etrafında buluştuk ve konuşmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Uzaklarda bile olsak, birbirimizin sesine kulak veriyor, elinden tutuyoruz.

Diyeceğim o ki, bu masada daha çok yer var. Çekinmeyin, bir sandalye de siz çekin! Hep birlikte, sadece Boğaziçililerin değil, bütün gençlerin özerk ve demokratik kurumlarda yüksek eğitim görme hakkı için mücadele edelim.

#KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz

#KayyumRektörİstemiyoruz