Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, önlemez. Çünkü siyasal ve beraberinde toplumsal bir dönüşüm (adını koyalım, devrim) olmaksızın erkekteki ‘erk’ hırsını veya onun amacına zor kullanarak ulaşmasını meşru gören iktidarı dönüştürmek mümkün değil.

Bunu herkes biliyor ve söylüyor ama bundan sonrası biraz karışık.

Bahsi geçen dönüşüm için emek verirken bir yandan da acil ve anlık çözüme ihtiyacı olan kadınların çare görüp sarıldığı ve fiilen yürürlükte olmayan bir sözleşmeyle ilgili taleplerin dile getirilmesi bile, iktidar sahiplerini koltuklarından zıplatmaya yetiyor.

Çünkü herkes kendi iktidarının ‘toplumsal dönüşümü’ peşinde.

Peki, şiddete meyyal veya kadına düşman olanlar neden uygulamaya etkisi bile olmayan İstanbul Sözleşmesine karşı çıkıyor?

Sözleşmede bu kadar korkulacak ne var?

Örneğin, tehlikenin sadece ihtimali durumunda bile kadına acil koruma sağlanması var: “Taraflar riski yönetmek ve koordineli bir biçimde emniyet ve destek temin etmek üzere tüm yetkili makamların ölüm riski, durumun ciddiyeti ve şiddet eyleminin tekrarlanması riskini değerlendirmelerini temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.” (Madde 51/1)

Ya da failin birkaç ay önceki afla olduğu gibi salıverilmesi durumunda, tehlikedeki kadına haber verme zorunluluğu var: “Taraflar soruşturmaların ve yargı sürecinin tüm safhalarında, mağdurun en azından kendisinin veya ailesinin tehlikede olabileceği durumlarda, failin kaçması veya geçici veya kesin olarak serbest bırakılması halinde mağdurun bilgilendirilmesini sağlamakla yükümlüdür.” (Madde 56/1-b)

Var da ne oluyor? Sözleşmenin hayata geçmesi için kanunların sözleşmeye göre uyarlanması gerekiyor. Şimdiye kadar buna dayanarak bir kanun çıkarıldı.

O da 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun. Kabul edildikten sonra yavaş yavaş budanan bu kanunla örneğin önleyici veya koruyucu tedbirler düzenlenebilir. Peki, düzenleniyor mu? Nadiren.

Şiddete uğrayan kadın önce karakolda kendisine yönelen umursamazlık veya küçümsemeyi aşmak zorunda. Ardından aynı tavrı sürdüren yargıya tehlikede olduğunu kanıtlamalı. Ama uzaklaştırma ya da koruma gibi palyatif tedbirler hasbelkader alınsa bile bu - her gün gördüğümüz gibi - cinayetleri ve diğer saldırıları önlemiyor.

Bazen bir polis katil kocaya sığınma evinin yerini söylüyor, bazen uzaklaştırma emrine rağmen kadın sokak ortasında gayet yakından katlediliyor.

İyiden iyiye Ortaçağ’da meydanda toplanıp infazı alkışlayan kalabalığa benzeyen sosyal medyanın gücüyle verilen hapis cezaları, müstakbel katilleri durdurmuyor. Hapis cezalarının uzamasının caydırıcı olmayacağı da bir gerçek. Kaldı ki Türk Ceza Kanunu, benzerleriyle karşılaştırıldığında epey ağır yaptırımları olan yasa maddeleri içeriyor ama onu uygulayacak olan hâkim de erkin savunucusu…

Bu sebeplerle benim en büyük güvencem, hem sokakta hem sosyal medyada seslerini kimsenin kısamadığı kadınlar.