Gece vakti, normalde uyumam gereken saatlerde, sevdiğim yönetmenlerin sevdiğim filmlerini yeniden izliyorum. Benim için yeni yönetmenler ve filmler de tanıyorum. Mubi’de… Tek filmleri yazmayayım, kıymetli yönetmenlerimize kıymet vermeyenler vardır dedim, velhasıl yazmadım.

Ama “bağımsız sinema” deyince, John Cassavetes’le birlikte ilk ağızda aklıma gelenlerden Jim Jarmusch da kervana dâhil olunca dayanamadım. “Stranger Than Paradise/Cennetten de Garip”le (1984) başlayarak Jarmusch’un bütün filmlerini izlemişimdir. Eskilerde kalmış bir İstanbul Film Festivali’nde karmaşık duygularla izlemiş (Bitti mi? Koptu mu? vs.), sonunda da “garip”liğine teslim olmuştum. İlk filmi olduğunu sanıyorduk. Hatta Cannes Film Festivali’nde ilk filmlere verilen Altın Kamera ödülünü almıştı. Sonradan, film okulundan çıktıktan sonra çektiği Mannheim’da ödül alan 16 mm.’lik, “Permanent Vacation/Sürekli Tatil”in varlığından haberdar olduk. 1980’de, yönetmeni yirmi yedi yaşındayken çekilmişti ve onun tarzının bütün işaretlerini taşıyordu.

İşte geçenlerde gene av peşinde Mubi’ye göz attığımda bence meçhul bu Jarmusch filminin adını gördüm, hemencecik izledim. Doğruymuş, gerçekten de Jarmusch alâmetlerini taşıyor. Üç filmini bir başlık altında toplamışlar: Kanun Dışı ve Uyumsuzlar: Jim Jarmusch’un Dıştakiler Sineması. Yukarıdaki iki film dışında Jarmusch’un siyah/beyaz ilk dönem filmlerinden “Down by Law/İçerdekiler” (1986) de var. Hepsi de aykırı elemanlar üzerine kurulu. Bu başlıktaki üç film dışında hayranlarını memnun edecek üç filmi daha var: “Mystery Train/Gizem Treni“ (1989), “”Night on Earth/Dünyada Bir Gece“ (1991) ve “Dead Man / Ölü Adam“ (1995).

***

Modern dünya ile arası iyi olmayanların sineması, kanun kaçkınları ve uyumsuzların sineması, kolay kolay rastlayamayacağınız karakterler, başlı başına birer sürpriz unsuru olabilen oyuncular (örneğin “Down by Law”nun üç ana karakterini Tom Waits, John Lurie ve Roberto Benigni oynuyor)... Jarmusch’un veciz sözlerle bezenmiş, kendine özgü bir bakışa, mizaha sahip filmlerinin sayısı 12. Ayrıca iki belgesel filmi, altı müzik videosu ve dört kısa filmi var.

Jim Jarmusch kırk yılı aşkın süredir bize çok sıradan ama aynı zamanda sıra dışı karakterlerin hikâyelerini anlatır. Gerçi dört yıl aradan sonra sinemaya nefis bir vampir aşkı filmiyle döndü ama, belki de “Only Lovers Left Alive/Sadece Aşıklar Hayatta Kalır”ın baş karakterleri Adam ve Eve (yani, Adem ile Havva) olağan vampirlerdi sadece. Jarmusch âşık vampirlerinin ardından sıradan insanların âlemini yansıtan bir film yaptı. Bir hikmeti yokmuş gibi görünen ama belki de bu sayede dikkatimizi çeken konuşmalar, uzun suskunluklarla dolu “Paterson”da (ki bir Jarmusch özelliğidir), eski filmlerinin tadı var. Bir vampir, bir sıradan insan filminden sonra da kendini tutamayıp 2019’da da bir zombi filmi yaptı: “The Dead Don’t Die/Ölüler Ölmez”. Eski gözdelerinden Bill Murray, yeni kıymetlisi Adam Driver ve ustalar ustası Tom Waits’le.

***

Gelelim programdaki diğer üç filme: “Mystery Train / Gizem Treni”nin (1989) üç hikâyesini, Memphis’te bir otel ve Elvis Presley’in ruhu birbirine bağlıyor. Bu filmle Japon parasına bulaştığı söylenir. İstanbul Film Festivali’ne gelen iki bağımsız, Robert Kramer ile Neil Hollander’in yalancısıyım. Çok sevdiğim filmin yıldızı ise Screamin’ Jay Hawkins’tir.

“Night on Earth” (1991) aynı kış gecesinde beş şehirdeki taksi yolculuklarını nakleder: Los Angeles, New York, Paris, Roma ve Helsinki. Filmde Jarmusch’un gözdelerinden Isaach De Bankolé ile Roberto Benigni iki şoförü oynuyor. Helsinki’de şoför ile müşterinin adlarının Mika ile Aki olması da bir tesadüf değil. Göndermenin hedefi, o dönemin adı çokça geçen yönetmenlerinden Fin Kaurismaki kardeşler.

Eski Batı üzerine alaycı bir kâbus denebilecek, Johnny Depp’li “Dead Man” (1995), Jarmusch hayranları dışındaki izleyicilere pek yaranamadı. Yönetmeninin “psikedelik Western” diye tanımladığı film, kimine göre ise, ilk post-modern Western. Billy Bob Thornton, Iggy Pop, John Hurt’ü de içeren müthiş bir oyuncu kadrosunda altın dönemin bir oyuncusu da yer alıyor. “Dead Man”, Robert Mitchum’ın son filmi.

Sadece on iki filmle hayatımızı bu kadar zenginleştirmiş olması ne güzel!