Alınan ifadelerin, toplanan delillerin, yazılan raporların doğrudan kadının katilini işaret ettiği pek çok dava dosyasının dahi bir türlü karara bağlanmadığına tanık oluyoruz. Failin tutuklanmadan yıllarca serbest gezdiği yargılamalar, aileler için büyük bir cezaya dönüşüyor. Acıları, mahkeme salonuna her girdiklerinde yeniden alevleniyor. Adalet yerini bulmadıkça yas da tutamıyor, huzur da bulamıyorlar. Düşünün! Saçının teline kıyamadığınız kızınızı öldüren adam, suçunu hafifletmek için “Ama ben onu çok sevdim hâkim bey, kıskandım” da diyebiliyor, “Ben aslında şaka yapmıştım, silahın içinde kurşun olduğunu bilmiyordum” diye de ifade verebiliyor ve bunlar mahkeme tarafından kabul görüyor. İşte o an, bir ana baba kardeş, hemen oracıkta ölüp, sonra mücadeleye devam edebilmek için yeniden dirilmek zorunda kalıyor.

***

Delillerin toplanmasından raporlanmasına, savcının mütalaasından hatırlı kişilerin müdahale riskine kadar aileyi davanın her aşamasına dahil olmaya mecbur bırakan, toplumun güvenini kaybetmiş bir yargı sistemi var ve insanın inandığı her değeri alt üst edecek güçte. Öyle ki, bir erkek camda parmak izine rastlanmayan kadının, kendini atarak intihar ettiği iddiasında bulunup yıllarca serbest dolaşabiliyor. Delil ve ifade arasındaki derin çelişkinin sanık erkek lehine değerlendirilmesi mahkemelerimizde sıklıkla rastlanan bir durum. Dolayısıyla, son yıllarda şüpheli kadın ölümlerinde dikkate değer bir artış var. Cinayetlerin intihar ya da kaza süsü verilerek örtbas edilmeye çalışıldığına dair güçlü şüphelere sebep somut kanıtlar olduğu gibi, bu tip iddialarda bulunan sanıkların ekonomik gücü ve siyasi yakınlıkları da dikkat çekici.

***

Her gün, her ay, her yıl… Kadın cinayetlerinin sayısı giderek artıyor. Defalarca uzaklaştırma kararı aldırdıkları eski-yeni kocaları, eski-yeni sevgilileri tarafından, o kararlar defalarca delinerek öldürülüyorlar. Ayrılmak istedi, boşanmak istedi, çalışmak istedi, yaşadığı şehrin sokaklarında özgürce dolaşmak istedi, sevmedi-istemedi diye öldürülen binlerce kadının üst üste sıralanmış dosyası adalet bekliyor. Yakınının hem yasını tutacaksın hem katilinin peşine düşeceksin… Hiç ama hiç kolay değil. İşini, ülkenin idari kurumlarına gözü kapalı teslim edecek kadar güvenenlerin sayısı hayli azaldı. Bu bakımdan ailelerin adalet arayışına destek olmak için güç birliği yapan sivil toplum örgütleri, baro ve özgür basının kadın mücadelesindeki yeri tartışmasız çok önemli. Baskıcı, yasakçı, kadın bedeni üzerinden güç ve otorite inşa etmeye çalışan iktidarın karşısında en görmek istemeyeceği elbette demokrasi, özgürlük ve hak mücadelesinde birlikte hareket eden sivil toplum, meslek örgütleri ve bağımsız basındır.

***

Bu durumda, mağdur edilenin yeniden hayata tutunabilmesi için “Asla yalnız yürümeyeceksin” diye bağırmanın da, yenilerinin yaşanmaması için “Sessiz kalmayacağız” diye inat etmenin de var elbet bir karşılığı. Türkiye’de cinskırıma varan kadın cinayetleri konusunda verdiği mücadele ile geçen yıl Finlandiya Uluslararası Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ödülü alan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği, İstanbul Valiliği’nin talebi üzerine ‘kanuna ve ahlaka aykırı faaliyet yürütmek’ suçlamasıyla kapatılmak isteniyor. İddia, sahiplerince somut bir delile dayandırılmadığı için kanuna aykırı nasıl bir faaliyet yürütmekle suçlandığını anlayamadığımız dernek aynı zamanda ahlaka aykırı davranmakla itham ediliyor. “Kadın haklarını savunmak kisvesi altında aile mevhumunu yok sayarak aile yapısını parçaladığı…” Burada da somut bir delile rastlayamadığımız için tahmin etmekten başka çare yok. Demek ki ahlaksızlık; ataerkinin, başına en az bir erkeği dikerek, toplum üzerinde baskı ve kontrolü sağlamak için kullandığı o pek meşhur ‘aile kurumuna’ başkaldırma cüretini göstererek kadının canına, hakkına sahip çıkmak anlamına geliyor. Eğer kastedilen ahlaksızlık, kamunun/halkın parasına, malına çökmek demek olsaydı tahmine ihtiyaç duymazdık, o konuda somut delil çok çünkü.