Hükümet ve yandaş medya el ele vermiş, hiç yoktan bir mağduriyet konusu yaratmaya çalışırken, ne yazık ki, bu ülkedeki gerçek mağduriyetleri konuşamıyoruz.

İşsizlik mesela... Şubat 2017de yüzde 12.1 olmuş. Genç işsizlik ise yüzde 20. Yükseköğrenim görmüş gençleri arasında yüzde 13.9 olan işsizlik ise, uzun süredir eğitimden çok işsizliği ertelemek için kullanılan üniversitelerin, artık bu görevlerini bile karşılayamadıklarını göstermekte.

Ya işe girebilen şanslılar!.. Taşeronlaşma derken sözleşmeli çalışmanın yaygınlaştırılması; derken ücretlerin erimesi; derken “kiralık işçilik”...

Bu kadar esneklik içinde denetime de yer yok tabii!... Örneğin İşçi sağlığı ve İş güvenliği Meclisi’nin 2016 yılına ilişkin raporunda, 11 ayda 1816 iş cinayetinden söz ediliyor ama mühim değil!... Yalnız Kasım ayında 190 kişi iş kazası nedeniyle ölmüş. AKP iktidarı döneminde toplam 17 bin 57 işçiyi kazalarda yitirmişiz. Ama bu ülkede canın kıymeti mi kaldı? Hele bu kadar möhim konular varken!...

İstihdam ve çalışma koşulları açısından yerinde saymak şöyle dursun hep geri giden ekonomide, durmadan ileri doğru atılım yapan bir konu var! Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yolsuzluk algısıyla ilgili 168 ülkeyi kapsayan ve 0 ile 100 arasında puan verilen endeksinde 2015 yılında Türkiye 42 puan alarak 2014’deki 62. sıradan 66. sıraya düşmüş ki, ekonominin kime yaradığını anlamak için yeter!

Bu resmin bir başka yüzü de, ABD’li Küresel Finansal Dürüstlük Derneği’nin raporunda gizli. Aralık 2015’te yayınlanan “Gelişen Ülkelerde Yasadışı Sermaye Akımları” raporundan, 2004-2013 arasındaki 10 yıllık süreçte Türkiye’den 154 milyar 508 milyon doların yasadışı yollarla yurtdışına çıkarılıp aklandığını ve kara para aklamada Türkiye’nin 149 ülke içinde 12. sırada yer alığını öğreniyoruz. Son bir yıl içinde (2013) yaşanan kara para aklama nedeniyle 26. sıradan 14 basamak atlayarak 12. sıraya yükselmesi gibi bir başarısı var ki, ne kadar övünsek azdır!

Tabii bir da OHAL Bilançosu var! Yaklaşık 100 bin insan şüpheli sayılarak işinden olurken, 1811 akademisyen de KHK’lerle ihraç edilmiş bulunmakta. Bir yandan işsizlik derdi, öte yandan haksızlık duygusuyla intihar edenler de var bunlar arasında. Çukurova Üniversitesi’nde BAK bildirisini imzaladı diye işten çıkarılan, birkaç üniversiteye iş başvurusu önce memnuniyetle karşılanıp, sonra BAK imzacısı olduğu için reddedilen Dr. Mehmet Fatih Traş mesela... Vebalin kimlerde olduğu da belli.
OHAL’in bilançosu bununla da sınırlı değil. Bu sürede 2308 gazetecinin işsiz kaldığı, 216 gazetecinin gözaltına alındığını da kaydedelim.

Siyasete de balyoz indirmiş durumda OHAL 20 Mayıs’ta dokunulmazlıkların kaldırılması kararından sonra, HDP’nin 59 milletvekilinden aralarında eş başkanlar da dahil olmak üzere 13’ ü tutuklanmış, 20’si gözaltına alınıp serbest bırakılmış. İçişleri Bakanı’nın açıklamasına göre, BDP’li 79 beldede Belediye Başkanları görevden alınıp, yerine kayyum atanmış. Yani siyasette de asayiş berkemal!

Bu koşullarda önümüze bir de anayasa değişiklikleri ile ilgili referandum dayatılmakta. Öyle bir dayatma ki, “evet” için kaynaklar seferber edilirken, “hayır” diyenleri terörist olmaktan darbe seviciliğine ve millete düşmanlığa kadar neyle suçlayacaklarını bilememekteler!

Bunlar karşısında dışarıdan gelen uyarıların da hükmü yok! Örneğin üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nin anayasa değişikliklerini ele alan Venedik Komisyonu’nun hazırladığı raporda, Türkiye’nin tek adam rejimi ve otoriter bir yönetime sürükleneceği, yargı bağımsızlığının tamamen ortadan kalkacağı, OHAL koşullarında referandum yapmanın sakıncalı olması gibi uyarılarının duyulduğunu kim söyleyebilir!

Peki ne var! Hürriyet Gazetesi’nin attığı “Karargâh rahatsız” başlığına ilişkin hezeyanlar...

Hezeyanların bir nedeni var kuşkusuz! Komplo demesek de, bir mağduriyet yaratma operasyonu ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Haber ortada; hükümet uygulamalarına değil, tersine, muhalefetten gelen eleştirilere yanıt verilmekte. Haberi yapan belli; iktidar tarafından muteber Hande Fırat... Onun da, ordunun siyasal iktidarla nasıl uyum içinde olduğunu anlatmaktan başka ne derdi olabilir!

Buna karşın, Cumhurbaşkanı’nın “atılan başlık bir terbiyesizliktir” deyişiyle başlayan, “devleti kendi içinde birbirine düşürmek” olarak yorumlanan bu haberle ilgili olarak söylenmeyen kalmadı. Kimi Hürriyet’i darbecilikle suçladı; kimi Hürriyet’in ve Hande Fırat’ın intihar ettiğinden söz etti; kimi Doğan Medya’ya soruşturma açılmasını istedi; kimi bu haberin” askerine tek laf ettirmeyen millete hakaret” anlamına geldiğini iddia etti...

Bu kadar bombardıman karşısında Hürriyet’te de bir şeyler olacaktı tabii. Şimdilik, yayın yönetmeni görevden alındı, gazete hatalı manşeti kabul edip özür diledi ama bununla kalınacak mı, belli değil! Örneğin İÜ öğretim üyelerinden Mehmet Hakan Sağlam’ın, savcılığı verdiği şikayet dilekçesinde gazeteye el konulmasını istediğini ve savcının dilekçeyi işleme koyduğunu öğrendik.

Kısacası, 15 Temmuz darbe girişiminin iktidar tarafından “kullanılışlı” bir olay haline gelmesi gibi, bu manşetin de başka bir “kullanılışlı” konu haline geldiği ve daha epeyce çekiştirileceği ortada.

Özet: Şu veya bu olayı kullanarak kaos yaratmak; birilerine işsizlikten, hapisten intihara kadar uzanan eziyeti terör maskesi altına saklamak; sonra da hâlâ mağduriyet oyununu oynamak... Tüm bunlar iktidarda kalmak adına aklı da, vicdanları da susturmaktan başka yollarının kalmadığını gösteriyor ama bunlar, uyanış ve umudu da içlerinde barındırmakta.