Türkiye tarihi bir dönemece doğru yaklaşırken gerilimin yükseleceğine dair belirtiler artıyor. Akşener’in mayıs ayında Rize’de sözlü saldırıya uğraması sonrasında Erdoğan, “Rize’deki ders birinci, daha neler olacak neler” demişti. Hem Akşener hem de Kılıçdaroğlu, bu sözleri muhalefete yönelik bir tehdit olarak yorumlamış ancak tehditlerin kendilerini yıldırmayacağını beyan etmişlerdi. Aradan yaklaşık 5 ay geçti. Bu zaman diliminde AKP’nin oylarında erime devam ederken CHP-İyi Parti oylarını arttırmakla kalmadı, Meclis muhalefeti arasındaki ilişkileri de belirli bir noktaya taşıdı. Altı partinin görüşme trafiği bugün için bir seçim birlikteliğinin ötesine geçmiş gibi görünüyor. Yeni dönemde ülkeyi beraber yönetmeye hazırlanıyorlar.


Muhalefetin önce moral üstünlüğü kazanması sonra da kamuoyu araştırmalarına göre seçimde sandık üstünlüğünü elde edecek olma ihtimali, iktidarda epey bir müddettir devam eden çözülmeyi hızlandırdı. Erdoğan bu çözülmenin kati bir seçim galibiyeti olmaksızın durdurulamayacağını biliyor. Ancak baskın bir biçimde sandığa gidecek gücü de kendinde görmüyor. Bu nedenle de zaman kazanmaya, yeni anayasa gibi gündemler yaratarak kamuoyunun ilgisini iktidarın zaaflarından başka bir yöne çekmeye çalışıyor. Ancak şu ana dek başarılı olduğunu söylemek olası değil. Ağır ekonomik sorunlarla boğuşan milyonlarca insan ne iktidarın yapacağı yeni anayasayla ne de “şahlanma” vaatleriyle ilgileniyor.

***

Hal böyleyken, Erdoğan’ın muhalefeti kastederek “Ülkenin yönetimine talip olduklarını söylemekten vazgeçmelerinin kendileri için daha iyi olacağını hatırlatmak istiyoruz” ifadesini, “Daha neler olacak neler” açıklamasının bir devamı olduğu aşikâr. İktidar, muhalefetin geri adım atmaması halinde başına türlü belalar açılacağını en yüksek makamdan deklare ediyor. Bu esnada iktidar destekçiliğiyle meşhur olmuş Nagehan Alçı, 2023 seçimlerinin “kaybet-kaybet seçimi” olacağını çünkü kan akabileceğini, tansiyonun çok yükselebileceğini ileri sürüyor. CHP Lideri Kılıçdaroğlu ise seçimlere yaklaşırken “siyasi cinayet kaygısı” taşıdığını ifade ediyor.

Bir şiddet dalgasının bizleri beklendiğinin birbirinden farklı siyasi pozisyonlarda olanlar tarafından dillendirilmesi üzerine kafa yormak mecburiyetindeyiz. İktidarın içinden şiddet senaryoları üretenlerin maksadı, muhalif kamuoyunu “bunlar yine gitmeyecek” ruh haline sokarak pasifize etmek ve toplumsal bellekteki travmaları, kitlelerin direngenliğini kırmak için kullanmak. Alçı ve benzerleri, daha ziyade kendilerini güvence altına almak adına “restorasyonun” seçimlerden önce başlatılmasını hedefliyor. Yarı-başkanlık modeli ya da parlamenter sisteme dönüş teklifinin iktidar ve muhalefetin ortak projesi olarak halka sunulmasını temenni ediyorlar. Ancak bu olasılık dahilinde değil zira böylesi bir hamleye ne Erdoğan ne de Bahçeli onay verecek durumda.

Provokasyon ve siyasi cinayet ihtimalini dile getiren Kılıçdaroğlu ise, muhalefetin gerilimi başlatan taraf olmadığını/olmayacağını ve siyasi kadroların mümkün olduğunca sakin kalacağını taahhüt ediyor. Bu pozisyon aynı zamanda CHP yönetiminin siyasi dönüşümü toplumsal muhalefetin sahnede olmadığı bir yöntemle gerçekleştirme tercihinin de bir göstergesi. Meclis muhalefeti, toplumsal muhalefeti kendi restorasyon projesi için şimdiden bir risk olarak görüyor.

***

7 Haziran – 1 Kasım 2015 sürecinde yaratılan kaosu ve korkunç sonuçlarını yaşamış, 10 Ekim’de onlarca canı yitirmiş, OHAL sürecinde şiddetin farklı biçimlerini deneyimlemiş toplumsal muhalefet, aleni tehditler havada uçarken ne yapacak? Meclis muhalefetinin sandık hesaplarına hapsolduğu ve asgari mutabakat adına ürkek bir restorasyona tav olduğu bir dönemde nasıl bir siyasi hat izleyecek? Bu ve benzeri soruları derhal en geniş ölçekte konuşmak ve tartışmak mecburiyetindeyiz.

Türkiye’de sol siyaset, önümüzdeki süreçte toplumda mayalanan en ilerici taleplerin örgütlendiği zemini inşa etmeye aday olmalı. Şiddetin tırmandırılmasından çekinen geniş muhalif kesimlere, kendisinin asli bir direnç odağı olduğunu gösterebilmeli. Bunun için sol/sosyalist, ilerici, cumhuriyetçi aktörler şimdiden somut gündemler üzerinden birbirleriyle daha sık yan yana gelebilmeli, konuşabilmeli, tartışabilmeli. AKP-MHP koalisyonunun iktidardan demokratik usullerle uzaklaştırılması için sorumluluk aldığı gibi yeninin vücuda getirilmesinde de sahici ve dönüştürücü bir rol üstlenebilmeli. Tarihi bir dönemecin arifesinde olup biteni tribünden seyretme lüksümüz yok.