“Hepimizin çok sevdiği cennet gibi bir memleketimiz var. Burası, bir zaman önce hepimizin geleceğe umutla baktığı bir yer iken ben şimdi memleketin içinin pörsüdüğünü düşünüyorum”

Kapalıçarşı bir büyüdür

SEVİL ASLAN

Fuat Sevimay, Kapalıçarşı’yı konu alan yeni romanı “Kapalıçarşı“ ile okuyucuyla buluştu. Sevimay, romanda, mermerinden zanaatkârına, sultanından mimarına, esnafından müşterisine Kapalıçarşı’nın ruhunu ve o ruhu oluşturan efsunu, eğlenceli bir dille anlatıyor.

» Yeni romanınınız yalnızca mekan olarak değil, konusu itibariyle de Kapalıçarşı’yı konu alıyor. Neden, Kapalıçarşı’yı sizin için bu kadar özel kılan nedir?

Kapalıçarşı benim için büyülü bir mekan ve bir nevi çocukluğum. Çünkü ben ortaokul yıllarımda yazları Kapalıçarşı’da çakıştım. Başlarda çok zordu, çünkü insanları tanımıyor, çalışmak nedir, esnaf kimdir bilmiyordum. Babam elimden tutup getirmişti ve ilk zamanlar sudan çıkmış balık gibiydim. Sonra, zamanla, çarşının sokaklarında kaybolmak, yeni ve yabancı insanlar tanımak, bir şeyler alıp satmak çok hoşuma gitti.

» O zaman nasıl bir Kapalıçarşı vardı?

O zamanki çarşı cıvıl cıvıldı. Bin bir gece masalları gibi, yüzlerce dil, her ülkeden insanlar… Düşünün, ben çat pat, derdimi anlatacak kadar da olsa, 15 dil öğrendim burda. Ama bugünün Kapalıçarşısına bakıyoruz bir de, in cin top oynuyor. Bu elbette çarşının geçmişinin bilenler için çok üzücü.

» Yazarlığa da ilk adımı Kapalıçarşı hikayesiyle atmıştınız değil mi?

Evet. Hayatımda yazdığım ilk öykü Kapalıçarşı öyküsüydü. İMO yarışmasında ödül aldı ve ben böylece havaya girdim, zaten yazma ateşi de içime öyle düştü. Bundan 6- 7 yıl öncesinde yazarlık serüvenim öykü ile başladı. Sonrasında romanlar geldi. Ama tüm bunların ardından, içimde Kapalıçarşı’yı yazmam gerektiği hissi uyandı. O büyüyü, tam da o büyüye uyacak şekilde, başından itibaren kaleme almalıyım dedim. Kurguda azı gerçek çoğu hayal ve hatta bir kısmı da büyü diyebilirim.

» Okuyucu bu romanda ne ile karşılaşacak?

Kapalıçarşı daha ortada yokken çarşının ilk mermerlerinin Marmara adasından yontulup taşınmasıyla başlayan bir hikayeyle, yolu Kapalıçarşı’da kesişen, işçisinden esnafına mimarbaşısından müşterisine kadar farklı kahramanların hikayesi var bu romanda. Belki masalı demek lazım.

» Kapalıçarşı ile günümüz AVM’lerini kıyasladığınızda ne görüyorsunuz?

Kapalıçarşı, günümüz sentetik AVM’lerinden elbette çok farklı. Bir AVM’ye gittiğinizde, bir başka AVM ile birebir aynı şeyleri görürsünüz, aynı mağazalar, aynı sesler, aynı renkler… Kapalıçarşı’da bir kere 500 yıllık bir birikim var. 500 yıldır sütunlara insanların elleri değmiş. Bu bir ruhtur ve bunu bir AVM’de bulamazsınız. İkincisi Kapalıçarşı’da, AVM’lerdeki bireycilik yoktur, bir şekilde esnaf dayanışması vardır. Kapalıçarşı’da yürürken AVM’lerde aynı projektörlerden gelen ışığı ya da çıstak çıstak çalan müziği değil güneşin huzmelerini yaşarsınız.

» Kapalıçarşı’nın şimdi içinde bulunduğu durum size ne hissettiriyor?

Hepimizin çok sevdiği cennet gibi bir memleketimiz var. Burası, bir zaman önce hepimizin geleceğe umutla baktığı bir yer iken ben şimdi memleketin içinin pörsüdüğünü düşünüyorum. Kapalıçarşı için de aynı şey geçerli. Bugüne kadar Kapalıçarşı’da hiçbir zaman dükkan kapanmazdı. Kapanırsa illa ki 3-5 gün sonra başka esnaf devralırdı. Bugün baktığımızda 10’larca dükkan kapalı. Bu durum, ekonomik durgunluğun çok ötesinde, sosyal dokunun bozulması demek. Bunun tersine dönmesi lazım. Nasıl döneceğini biliyoruz ancak şu an yalnızca umut edebiliyoruz. Ve ben umutluyum. Zira bana göre, Kapalıçarşı bitmez, tersine bu pörsümüş ortamı yaratan unsurlar biter.