Bugüne kadar sayısız eser bırakan John Berger, ele aldığı konu ne olursa olsun temelde insanın kendi anlamının değişimi üzerine yoğunlaşıyor. Clive’ın Koğuşu’nda da bu değişmiyor.

Kapitalist toplum ve baskı mekanizmaları üzerine bir sorgu

İLKE KAMAR

Meslek hayatına ressam ve eğitmen olarak başlayan John Berger, sanat ve fotoğrafçılık alanında kapsamlı çalışmalar yapsa da Booker Ödüllü bir romancı, şair, tiyatro yapımcısı, deneme yazarıydı. Olup bitenlerin gerçek nedenini saklamaya çalışan egemenlerle mücadele ederken; göçmenler, evsizler, işçiler, mülksüzler üzerine yazdı. Yaşamı boyunca onların yanında saf tuttu. Bu yüzden günümüzde John Berger’i okumak, dünyanın dört bir tarafında kapitalizmin karşısında ezilen, yok sayılan insanı anlamak ve mücadele etmek için çok daha önemli. Yeniden Berger’in biyografisine dönecek olursak: 1952’de haftalık New Statesmanand Nation dergisinde sanat eleştirileri yazmaya başladı.

Düşünsel gelişiminde önce anarşist kaynaklardan yararlandı, daha sonra Frederick Antal adlı Macar kökenli Marksist öğretmeninin etkisiyle estetik görüşünü belirleyen çalışmalara ulaştı. İki savaş arası dönemde İngiltere’de Lukacs, Frankfurt Okulu’ndan Benjamin, Adorno, Horkenheimer ve Marcuse gibi düşünürler yeni yeni tanınıyordu. Edebiyat, sinema ve tiyatroda mevcut düzene eleştirel bakan kuşağın izleri görülmeye başlamıştı. İşte Berger onlardan biriydi. Ama daha önemlisi hayatı boyunca da öyle kalmayı başardı. Berger gerek 1958’de yayımlanan Zamanımızın Bir Ressamı (A Painter of Our Time) romanı gerek 1960’da yayımlanan sanat denemelerini içeren Permanent Red kitabıyla Marksist bir yazar olmayı sürdürdü. Bu kitapları 1962’de The Foot of Clive, 1964’te Corker’s Freedom romanları izledi. İşte Berger’in 1962 yılında yayımlanan Clive’ın Koğuşu (The Foot of Clive) geçen günlerde Sia Kitap tarafından İrem Sağlamer çevirisiyle okuyucuyla buluştu.

Kolektif bir ruhun gelişimi

Hikâye, 1950’lerin sonlarına doğru Londra’daki bir hastanenin koğuşunda geçer. Berger, sıradan yaşamları olan yedi hayali karakter üzerinden, İngiliz kapitalist toplumunun yanlışlarını gösterme üzerine kurgular Clive’ın Koğuşu’nu. Hastalar üzerinden sınıf ayrımını, onların endişelerini ve onlara yapılan baskıları da görürüz. Bu koğuşta tedaviler garanti edilmese de kurallar sıkı bir şekilde uygulanır. Berger kontrol altında tutulan hastaların, disiplin karşısındaki tavrını anlık diyaloglarla gösterir bize. Clive’ın Koğuşu’nda klasik romandaki olay örgüsü yoktur. Neden-sonuç bağlamında ortaya çıkan ve gelişen olayların devamı gelmez, yaşananlar tekrar koğuşa yani Clive’a taşır bizi.

Berger, Clive’ı sadece bir koğuş değil, belirli bir sosyal durum ve yaşama biçiminin ortaya koyulduğu bir alan olarak önümüze serer. Bununla birlikte, burada bir araya getirilen bireylerin etkileşimi üzerinden toplumsal eleştiriyi görmemizi sağlar. Dış dünyadan zorunlu, izole yaşam sürdüren hastaların varoluş mücadelesi aynı zamanda baskı mekanizmalarının teşhiridir de diyebiliriz. Hastanenin dikte ettiği uygulamaların yanında, kendi özel düzenini kuran kolektif bir ruhun nasıl geliştiğini görmemizi sağlar Berger.

Romanın konusundan kısaca bahsetmek gerekirse şöyle: Banka soygununda bir polis öldürülünce “polis katili” olduğu iddia edilen Jack House tutuklanır, ancak o kadar kötü yaralanmıştır ki, yargılanıp asılmasına zaman kalmadan ölebileceği düşünülür. Bu nedenle gece yarısı en yakın hastaneye götürülür ve polis gözetimi altında, altı hastanın kaldığı sıradan bir koğuşa yerleştirilir. Olaylar, hastane odasına getirilen ve bir polisi öldürmekle suçlanan karakterin etrafında dönüyor gibi görünse de karakterlerin birbiriyle olan etkileşimidir aslolan. Bu denetimli alan yani Clive’ın Koğuşu, İngiliz toplumunun İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra eleştirel tasviri olarak da okunabilir. Sosyalist bir yazar olan Berger’in insanın değişim potansiyeline olan inancını sıradan yaşamlar üzerinden test ettiği de söylenebilir. Ve romanda dönemin siyasal ve sosyal olaylarına bazen örtük bazen de açıktan göndermeler bulunur. Bunlardan biri de İngiltere’deki idam cezaları. Bu bölümde suç ve ceza kavramı karakterlerin diyalogları üzerinden tartışılır:

“Cyrıl: Hepimiz burada yatmış House’a Katil’e bakıyoruz. O öldürdü.

Harry: Her saniye bir ya da iki kişi ölüyor ve onlardan biri açlıktan ölüyor. Onları kim açlıktan öldürüyor. Peki -kim yapıyor? Kim onları aç bırakıyor? Geçen hafta İtalya’nın bir kentinde on işçi polis tarafından vurularak öldürüldü. Suçtan söz eden var mı? Bir hafta önce Afrika’daki bir altın madeninde 480 maden işçisi öldü. Kazanın nedeni yönetimin ihmaliydi. Bir madende nasıl ölürler, biliyor musunuz? ‘Katil’ diye fısıldayan var mı? Hile çok fazla kolay. Silahlı soyguncu davasıyla ilgili kıyameti kopar ki kimsenin ilgisi toplu cinayet davasına kaymasın.”

Hayvanlar ve insanlar arasındaki ilişki

Romanın ana mekânı bir hastane koğuşu olunca hemşireler, doktorlar ve düşük maaşlı hastabakıcılar hikâyede temsil ettikleri hiyerarşiyle yer bulur. Romanın dikkat çeken diğer yanı da hayvanlar hakkında düşünmemizi sağlayacak metinler içermesi. Berger’in hayvanlarla ilgili düşünceleri ve teorileri bu romanından 17 yıl sonra yazılan ve Türkçeye çevrilen Hayvanlara Niçin Bakarız çalışmasında da yer bulur. Berger, Clive’da insan ile hayvan arasındaki kadim ilişkiyi çok önemser. Öyle ki Clive’ın en önemli öznelerinden olur. Hatta hastaların zihninde bile köpekler vardır. Clive’ın ilk gecesi karanlık çöktüğünde köpekler ve tanıtılır: “Köpekler, emirlerini almamış hizmetkârlar gibi sahiplerinin yanında bekler. Sadece boş zamanlarında kendi hayatlarını yaşarlar. Bir köpeğin gözlerinin arasında kemikli bir çukur vardır (sığırlara ve atlara insancıl öldürme tabancasının uygulandığı yer burasıdır); bu çukurun altında köpeğin beyninin merkezi bulunur. Orada, henüz çözümleyemediğimiz bir şekilde, bir köpeğin bağımlılığıyla bağımsızlığı arasında bir denge kurulur. Bir köpek pek çok insandan daha uzun ve daha sadık bekçilik yapar. Ama bir köpek aynı zamanda, sahibinin sesi boş yere bağırmaktan kısılana kadar bir kuşu da kovalar.” Hayvanlarla birlikte olmak fikri Clive’da hastaların yüzleştiği bir ders olur. Bugüne kadar sayısız eser bırakan Berger, ele aldığı konu ne olursa olsun temelde insanın kendi anlamının değişimi üzerine yoğunlaşır. Clive’ın Koğuşu’nda da bu değişmez.