Din, pek çok musibette asıl oyuncu olarak sahada. Tek başına yetemediğinde oyuna ‘etnik kimlik’ giriyor, malumunuz onun da akıl hocası faşizm. Lakin hepsinin beyni kapitalizm! Nihayetinde bu üç oyuncu insanlık takımını orta yerinden bölmeye devam ediyor. Çünkü bütünlük, ne kapitalizmin, ne dinin, ne de faşizmin işine geliyor

Kapitalizm-din kurgusunda ‘istemdışı-sistemiçi’ haller

MURAT MÜFETTİŞOĞLU

Sınıfların çokluğu Yaratıcı’nın tasarımına tümüyle uymaktadır / Papa XII. Pius
Gökyüzünden söz etmeleri yeryüzünü sömürmek içindir / Maximilien Robespierre

Ülke ve dünya gündemi saat bazında kötüye gidiyor. Devlet liderlerinin hamasi, dini liderlerin ruhani, komutanların askeri beyanlarına bakmayın; gidişatı belirleyen, birim zamana maksimum iş sıkıştırarak artı değerden vazgeçmeyen sermaye babalarıdır. Hal böyleyken, ihtiyaçların sınırsız, kaynakların sınırlı olduğu bir yeryüzü gerçekliğinde ‘kaynaklara’ ilk elden sahip olmanın, olmadı yakın durmanın güncel karşılığı “politika yapmak” oluyor ve adına en hafifinden ‘din soslu milliyetçilik’ deniyor. Yeri gelmişken; güncel referandumların ve referandumlara karşı alınan tavırların da bahse konu politikalardan bağımsız olmadıklarını belirtelim. Hâlbuki politika, mevcut denklemi bozmanın ve yaşamın dengesini yeniden kurmanın pratik karşılığıdır. Bütün bu tespitlerin ekonomi-politik açıdan indirgemeci olduğunu iddia edenlerinse çözüme katkıları sıfır seviyesindedir. Onlar ‘liberal ve postmodern’ umutlarla insanlığı oyalarken, sadece acı çekmenin süresini uzatmaktalar.

İçinde ‘insan’ faktörünün olduğu hiç bir gidişat ‘kader’ değildir. Gidişatın ‘kadermiş’ gibi algılanmasını sağlayan, şeytani telkinlerini insanlığa zerk edip duran ‘kapitalizm dini’ ve onun (cari) ruhban sınıfıdır. Okullardan şirketlere, ailelerden sivil örgütlere, kutsal standartlarını dayatabildikleri kadar dayatırlar, denetlemeyi de ihmal etmezler. Emek sömürüsü ve kâr maksimizasyonu söz konusu olduğunda ‘rasyonelliği’ elden bırakmazlar; iş, insanla insanın ve insanla doğanın (kadim) uyumuna, (etik) denkliğine ve (maddi) bütünlüğüne geldiğinde ‘irrasyonel’ kesilirler. Onlara göre Âdemoğlu biriciktir ve her şeyin en iyisine layıktır. Gelgelelim her defasında şanslı azınlığa yontarlar; çoğunluğun ağzına da, inancın kurumsallaşmış hali olan ‘din emziğini’ verirler.

Kapitalizmin ve yakın akrabası faşizmin birlikte kurguladıkları II. Dünya Savaşı cehenneminden kaçmaya çalışırken, açılmayan bir devlet kapısının önünde hayatına son veren Walter Benjamin, kapitalizmin dine benzetilebileceğini söyler. Büyük düşünüre göre bu sömürgen sistem, dinin maneviyat üzerinden yaptığını maddiyat üzerinden yapar. İnsanlara, “kazanabildiğiniz kadar para kazanın, endişelerinizi bastırın!” telkininde bulunur. Din de benzer telkini ‘sevap biriktirin’ diyerek yapar. Max Weber, kapitalizmle-din arasında benzerlik kurmaz; kapitalizmi bizzat dinsel bir fenomen olarak görür. Marx ise din hakkında ‘kalpsiz dünyanın kalbi, halkın afyonudur’ diyerek, hem halkla empati(duygudaşlık) kurar, hem de kapitalizmle din arasındaki payanda ilişkisine vurgu yapar.

Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, kapitalizmin ve dinin politik/pragmatik ittifaka yatkın olmaları fıtratlarından ötürüdür. Bu yüzden birinin öbürünü kökten tasfiye etmesi sonlarının başlangıcı anlamına gelir. Dolayısıyla yönetim erkinin asıl ve yedek unsurları olarak kalmak kapitalizmin ve dinin temel ereklerindendir.

Kapitalizmin varoluşu

Kapitalizm için mütevazı bir varoluş tarzından söz edilemez, edilirse kapitalizm olmaz. Dinin varoluş tarzına gelince; ideolojik, politik, kültürel koşullanmalardan ve angajmanlardan bağımsız biçimde yaşanması neredeyse mümkün değildir. Tarihsel süreçte kurumlaşmış, genişlemiş ve kendi müritlerini yaratmıştır. Her müritten spritüel derinlik ve sakinlik beklenilemeyeceği için fanatiklerini de türetmiştir. İşin kötüsü, ortaya çıkan kurumsal yapı bu tür insanlara her zaman ihtiyaç duyar. Zira çatışma üzerinden tabanını konsolide etmeyen, iktidar hedeflemeyen ya da farklı bir iktidarla simbiyotik/pragmatik ilişki kurmayan bütün hiyerarşik yapılar çökmeye mahkumdur. Uzun lafın kısası, din kurumunun kapitalizmin parasına ve mihmandarlığına ihtiyacı vardır. (Sağ) parti liderleri, cemaat önderleri, tarikat şeyhleri, diyanet başkanları vs bu gerçeği iyi bilirler.

Gelenekle ve eğitimle zaman içinde uygun kıvama gelen Âdemoğlu –üç beş istisna dışında- tercihini hep kapitalizmden ve dinden yana kullanmıştır, hala da kullanmaktadır. Sebebi, ‘istemdışı-sistemiçi’ arzularına mütemadiyen yenik düşmesidir. Sisteme itaat etmek ve dünyevi güç için ‘para biriktirmek’ yegâne emeli haline gelmiş; emellerini gerçekleştirdiği hallerde bile endişeleri dinmemiştir. Din bezirgânlarına gelince; onlar, hem sisteme itaati, hem de ahirete imanı telkin eder dururlar ve genellikle yoksullara seslenirler. Dünyevi güç için sermaye, ahiret için sevap biriktirmek değişmez amelleridir. Dini törenlerde yaratandan -yerli ve milli iş adamları başta olmak üzere- daha fazla kazanç niyaz etmeyi ihmal etmezler. Kendileri hakkında kurduğumuz bu üç cümledeki zıt unsurları göremeyecek denli körleşmişlerdir. Onlar ki, ülkeyi ve halkı yönetmektedirler.

Bunlar az çok bilinen şeyler. Üzerinde (pek) durulmayan konu; kapitalizmin ve dinin aynı ruhsal yöntemle, yani bastırma mekanizmasıyla var olmaya çalışmalarıdır. İki sistem de, bireyin ve toplumun kalıcı esenliği konusunda çözüm üretme yetisine ve niyetine sahip olmadığı için, insani endişeleri ve arzuları (doğrudan ya da dolaylı) baskılama yoluna giderler. Lakin psikanalize göre bastırma işi çok daha ciddi olumsuzluklara kapı açar. Sözgelimi, kapitalizmin ve dinin insan ve toplum üzerindeki etkilerini en iyi açıklayan kavramlardan biri ‘libidodur’. Freud, söz konusu kavramı ‘cinsel arzu ve yaşama kudreti’ olarak kullanır; meslektaşı Jung’a göre ‘ruhsal enerjinin’ karşılığıdır. Libidonun hayata sağlıklı şekilde kanalize edilememesi veya bastırılması (en hafifinden) ‘yaşama sevincini’ düşürür. Gölgesinden faydalanamadığı ağacı kesen kapitalist akıl, cinselliği fetişleştirerek rantından faydalanmayı akıl etmiştir. Gerçekte cinselliğin yanlış yaşanmasının yollarını açarak yaşanmamasına neden olmaktadır. Kurguladığı sömürü ve savaş düzeninde libidonun yüksek seyretme ihtimali zaten düşüktür. Gelelim dine: Gerici yazarlardan birinin geçenler dediği gibi, giyinik sevişmeyi ve sınırlı yaşamayı emrettiğinden –zaten- ‘libidonun’ en büyük düşmanlarından bir diğeridir. Güncel haber: Memleketteki sıbyan mekteplerinde hocaları çocuklara ‘resim yapmalarının günah olduğunu, çünkü Allah’ın incindiğini’ söylüyormuş. Ebeveynleri çocuklarının geceleri altlarını ıslatmaya başlamalarından şikayetçiler.

Yegâne ortak ‘gerçeğimiz’ ve ‘değerimiz’ olan yaşamın kapitalizm ve din tarafından baskılanması, ruhsal tatminsizliklere ve hastalıklara neden olurken, türlü absürtlükleri ve canilikleri de tetikler. Değerli felsefecimiz Ioanna Kuçuradi, inanç yoluyla tasarlanan soyut varlıklara dünyada mekân ve kanıt arayışının kaçınılmaz olduğunu söyler. Ona göre Antik dönemde yaratılan tanrılara ulu bir dağ aranmış ve Olympos uygun görülmüştür. Bugün sanal mekânlarda çocuklar ve gençler din savaşları yapmaktadır. Melekler, görünmeyen ancak var olduğu bilinen radyo dalgalarına benzetilirler, hatta kuantum fiziğinden yararlanan şarlatanlar bile türemiştir. 1997 senesinde Amerika’da Heaven’s Gate (Cennetin Kapısı) tarikatına mensup 39 kişi, 22 yıllık tapınmalarının ardından dünya üstü vasfa eriştiklerini ilan ederek filanca yıldızın kuyruğuna binip cennete gitmek üzere toplu halde intihar etmiştir vb.

Bütünlük faşizmin işine gelmiyor

Mesele keşke bu tür “absürtlüklerden” ibaret olsaydı. Cenneti garantilemek için ‘canlı bomba’ kılığında masumları katleden caniler etrafta cirit atıyor. Arakanlı yüzbinlerce Müslüman dininden ötürü kaçıyor; kovalayan Budistler dininden ötürü kovalıyor. Bu satırlar yazılırken Somali’den 276 kişinin katledildiği haberi geldi. Henüz üstlenen yok, ancak katliamı gerçekleştirenin şeriatçı terör örgütü El Şabab olduğu sanılıyor. Velhasıl din, pek çok musibette asıl oyuncu olarak sahada. Tek başına yetemediğinde oyuna ‘etnik kimlik’ giriyor, malumunuz onun da akıl hocası faşizm. Lakin hepsinin beyni kapitalizm! Nihayetinde bu üç oyuncu insanlık takımını orta yerinden bölmeye devam ediyor. Çünkü bütünlük, ne kapitalizmin, ne dinin, ne de faşizmin işine geliyor.

Bunları söyleyince, “gerçek din bu değil ama!” itirazları yükseliyor. Biz de diyoruz ki: “Öncelikle şu ‘gerçek’ takısını dinin yanından bir alın. Çünkü inandığınız her ne ise, sizin imgeleminizde, yani zihninizde. Yok, oradan çıkarıp mekân ve kanıt bulmakta ısrar ederseniz, başta inancınıza, sonra da sizin gibi düşünmeyenlere zarar verirsiniz. Zira sağ iktidarlar dinmefhumunu sopa ve havuç gibi kullanmasını pek iyi bilirler”.

‘Kimilerinin aşkın(yüce) bir varlığa tapınma ihtiyacının hayat karşısında zayıf hissetmelerinden kaynaklandığı’ iddiası psikolojik açıdan makul bir iddiadır. Aslına bakarsanız kaynak o kadar da önemli değil. Sonuçta inanç, ihtiyaç duyanı ilgilendiren öznel/kişisel bir edimdir ve felsefeden ziyade psikanalizin konusudur. Lakin herkes için, her zaman için bir gereklilik değildir. Doğal, insani arzuların özgürce yaşanması, endişelerinse bilimsel, akılcıl yöntemlerle yok edilmesidir gerekli olan. Fiziksel ve zihinsel, bedensel ve ruhsal, maddi ve manevi açıdan ‘tam güvenlik’ iddiasında bulunan bir sistem, birlikte üretmenin ve birlikte tüketmenin, kaynakları tasarruflu kullanmanın, ekolojik bütünlüğü korumanın, eşitliği ve özgürlüğü tesis etmenin, barışı ve kardeşliği sağlamanın garantisini Âdemoğlu’na verebilen sistemdir, onun da ne olduğu bizce bellidir.

Sözlerimizin kapitalistlere ve din tacirlerine ulaşmayacağını, ulaşsa da fayda etmeyeceğini biliyoruz. Aslında amacımız, kendilerini ‘merkezde ve merkezin solunda’ konumlandıranların (ki hakiki politikadan sapma halindedirler) serbest piyasa ekonomisiyle ve din kültürüyle kurdukları ilişkiyi gözden geçirmelerine vesile olmaktır.