Hastalıklı sürecin sırlı sayfasını açalım. Burjuvanın “böyleyse böyledir” demeye hakkı var. Yoksa kendini inkar etmiş olur. Ne diyor Eczacıbaşı, “Zenginlik yaratmakta daha başarılı olmuş bir sistem yok.”

Kapitalizmi kurtarmak

Güray Öz

Tamam söz veriyorum, son zamanların revaçta sözcüklerini ötekini, ötekileri; ötekileştirmeyi sonraki yazılarımda ele almaya, açıp içlerine bakmaya gayret ederim. Ötekileştirmeye, oradan İslamofobi meselelerine, sağın yükselişine, kimi kendini gizleyen ırkçı partilere gelirim, ama bugün ünü, parası, pulu, fabrikası, mülkü, sisteme içkinliği, olup bitenle ilgili bilinçliliği, nihayet kültürü ile hak eden Bülent Eczacıbaşı’nın “İşim Gücüm Budur Benim” kitabına, “Kapitalizmi Kurtaralım” söyleşisine bakacağız. Eczacıbaşı gerçekten kültürle yakından ilgilidir, öteki “burjuvalara” da örnek olacak onları özendirecek faaliyetlere epeyce kaynak, zaman ayırmaktadır. Özellikle İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı İKSV faaliyetlerine katkısı unutulamaz. Şimdi ele almaya niyetlendiğimiz konu da onun özellikle iş dünyasına giren ya da girmeye niyetli olanlara öğütler verdiği eserinden söz eden Çınar Oskay söyleşisinden yola çıkmaktadır.




İşim Gücüm Budur Benim adlı kitapta Eczacıbaşı gelir dağılımındaki adaletsizlik hakkında konuşuyor, “solun geleneksel reçetelerinin işe yaramadığını ama kapitalist sistemin de iyi çalışmadığını hasta olduğunu tedavi edilmesi gerektiğini” söylüyor.

Hep ilgiyle okuduğum Çınar Oskay’ın sorusu pek güzeldir:

“Gelir dağılımındaki adaletsizliğe dikkat çekiyorsunuz kitapta. Thomas Pikety’ye atıfta bulunuyorsunuz. Birkaç yıl önce Ali Koç da ‘Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir’ demişti. Bugün dünyada daha güçlü bir sol olsaydı, sağ popülizme, fanatizme kayışın önü tutulabilir miydi?”

Kaşındın sen, al sana cevap: “Solun geleneksel reçetelerinin işe yaramadığını dünya gördü. Başka sentezlere ihtiyaç var. Kapitalizmi nasıl herkesin yararına çalıştırırız? Zenginlik yaratmakta daha başarılı olmuş bir sistem yok. Ama bu sistem sağlıklı çalışmıyor. Hastalığın tedavisi gerekiyor.” Ama lütfen devam ediniz, nedir bu hastalık? “Paranın politik güç, politik gücün para yaratması... Para belirli ellerde toplandıkça bu odaklar daha fazla güce sahip oluyor. Politik gücü kendilerini zenginleştirmek için kullanıyorlar. Böylece toplumu büyük krize sürükleyen bir döngü ortaya çıkıyor.”



Burada biraz duralım. Bu “döngü” epeyce eskidir. Shakespeare’in Atinalı Timon’u kadar bildiktir; Marx, Kapital’de de (1. cilt; s. 135. Yordam Kitap) Atinalı Timon’un “altın”ı anlatan şu tiradını yinelemişti: “Altın sarı pırıl pırıl kıymetli altın/ Bunun bu kadarı karayı ak çirkini güzel/ Eğriyi doğru alçağı yüksek, ihtiyarı genç, korkağı yiğit eder.” Altın şu sarı pırıl pırıl altın, her tür kötülüğün anası altın” Öyledir, para ile politika hiç ayrılmadılar, sürekli birbirilerini güçlendirip iktidardan indirdiler, indirip bindirdiler.

Hastalıklı sürecin sırlı sayfasını açalım. Burjuvanın “böyleyse böyledir” demeye hakkı var. Yoksa kendini inkar etmiş olur. Ne diyor Eczacıbaşı, “zenginlik yaratmakta daha başarılı olmuş bir sistem yok.” Yok mudur gerçekten, bakarız sonra, kör bir tartışmadan kurtulmak için şimdilik önemli olanı yazıverelim:

Para tamam ama önemli olan para ile meta arasındaki ilişkidir.

kapitalizmi-kurtarmak-517491-1.


Bülent bey süreci, işin özünü anlatmıyor. Üretene, üretilene, metaya bakmak gerekirken, analizine ortalardan bir yerden, paradan -ki o da nihayetinde bir metadır- başlıyor. Marx sermayenin genel formülünü Kapital’in 3. cildinin 2. bölümünde şöyle formülleştirmişti: Para - Meta - Para*. Ama görüldüğü gibi formülün sonundaki paranın ilkinden farklı, daha değerli olabilmesi için işin içine emeğin, emek gücünün girmesi gerekir. Emek gücü olmasaydı, bu formülün de anlamı olmayacaktı. Bu saptamadan sonra paranın gücü konusundaki yüzlerce sayfayı okuyabilirsiniz. Sonuçta Para (sermaye) birilerinde birikiyor, birilerinde eksiliyor, birinden birine aktarılıyor, “peki nereden geliyor paradaki bu yıldız? Yıldızın kaynağı nedir?” diye soranlara, gittikçe modernleşen bantı, bilgisayar düğmelerinde iki büklüm gece gündüz çalışan işçiyi, 3.Köprüyü kurbanlar vere vere, gazlana gazlana, gözaltında kim yapıyor anlatmayalım mı? “Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?” diye sorup gerçeği anlatan Berthold Brecht’i unutalım mı yani şimdi.

İşte biz de yaşadıklarımıza, ütopyalarımıza sadık kalacağız, bir sağ kroşeyle bizi yere serse de Bülent Bey, hemen ayağa kalkıp hakem daha beş demeden kalkacak, gardımızı alacak, yumruklarımızı sıkacağız. Okurlarımdan itiraz sesleri gelmez mi, “boş konuşmayınız efendi, kısa kesiniz, bize alfabe anlatmayınız.” demezler mi, derler, dediler zaten.



Toparlıyorum artık; kapitalizmin önemli zenginliklere imza attığı bir gerçektir. Zaten Marx da hakkını verir, ama devamını görmek ve Ellen Meiksins Wood’un anlattıklarına kulak vermek gerekir. Şöyle yazıyor Wood: “Eğer kapitalizm daha önce görülmemiş bir maddi zenginlik yaratmışsa bile, herkes için maddi refahı azamiye çıkarma kapasitesi yalnızca bir kapasite olarak kalır, gerçeklik kazanmaz, Gerçekte kapitalizm bu kapasitenin bir gerçeklik olmasına engeller. Kapitalist sistemin en temel çelişkilerinden birisi, sahip olduğu ‘devasa’ üretici kapasite ile sunduğu yaşam kalitesi arasındaki büyük uyumsuzluktur. Bu çelişki, bugün yalnızca zengin ve yoksul ekonomiler arasında değil, bizatihi zemin ekonomilerin içinde de artmakta olan eşitsizlikte açıkça görülür.” (Marksist Klasikleri Okuma Kılavuzu içinde, sf.97 Yordam Kitap)

Evet, tablo böyledir ama zenginliği mümkün olduğu ölçüde büyütmek gerekecektir. Bu da ama gerçekçi olmak gerekirse adaletsiz gelir dağılımını en kısa sürede gündemden kaldıracak biçimiyle sosyalizme kalmış gibidir. Zenginlik çünkü çok boyutlu olmalıdır. Zenginleşme, insanın gelişimiyle birebir ilişkili kültürün, yaratıcılığın kuluçkası, işten artan zamanın, boş olmayan “boş zamanın” giderek arttığı, yönetmeyi beceremeyenin geri çağrılabildiği günlere doğru dolu dizgin gidişi ifade etmelidir. Sonraki cümleyi tartışmak üzere paranın egemenliği meselesini gülümseyerek kapatıyor bu konuda Bülent Beyden ayrılıyoruz.

Sonraki neydi? Tamam “kapitalizmi nasıl herkesin yararına çalıştırırız” diye soruyordu Bülent Bey;
Herkes derken?



Soru sormuyor aslında, nesini soracak; Sezarlardan, tiranlara, diken bürümüş anayasal cumhuriyetlerden, kısıtlı temsili demokrasi zamanına, sınıflı toplumlarda herkesin yararına bir sistem olsaydı olabilseydi, adı da herhalde “şaka” olurdu.

Öyle ya “herkesin yararına” kapitalizm demagoji değilse şakadır. Kapitalizm, çalışanları halk sınıflarını, işçi sınıfını sömürmeye, yaratılan artık değere el koymaya dayanır; Bülent Bey de bunu teorik ama en çok da pratik olarak bilir.

Demek ki efendim, kapitalizmi iyileştirmek mümkün değildir, ona yapılacak her türden “iyileştirme” amaçlı liberal ya da sosyal demokrat operasyon akim kalır, bu türden operasyonlara, ameliyatlara “reform” diyorlardı eskiden, her ne diyorlarsa artık, boşunadır, işte bu nedenle yazımın başlığını Bülent beyden özür dileyerek değiştiriyorum.

Kapitalizm Öldürülmelidir.