Köle sahipleri, kölelere seçim şansı vererek kölecilik sistemini kurtarmaya çalıştılar. Fakat insanlar nihayetinde problemin köleciliğin biçimleriyle ilgili olmadığını anladılar. Kölecilik, problemin kendisiydi ve bitmeliydi. Kapitalizm de aynı tarihi dönüm noktasında.

Kapitalizmin sıfatları

Richard Wolff

Kapitalizmin kurbanları birleşip güçlendikçe, içinde yaşadığımız ekonomik sistem sorgulanıyor. Bu da kapitalizm savunucularını ayağa kaldırıyor. Destekledikleri sistemin ‘hangi tür’ kapitalizm olduğunu açıklamaya koyuluyor, belli koşullar ve sıfatlar icat ediyor. Örneğin ‘serbest piyasa’ kapitalizmi mi? Kusursuz rekabet var mı, bilinçli mi, sosyal sorumluluk sahibi mi, yenilikçi mi, vesaire mi? Kapitalizm savunucuları bu sıfatlardan bazılarından yoksun olan kapitalizm türlerini eleştiriyorlar. Hatta daha da ileriye giderek, ‘gerçek kapitalizm bu değil’ görüşünü savunuyorlar.

ELEŞTİREL GÖRÜŞLER

Türlü sıfatlar icat ederek kapitalizm türlerinde ayrıma gitmek, kapitalizm savunucularının eleştirileri de kabul etmelerini sağlıyor. Eleştirel görüşlerin ortaya koyduğu tezler de doğrudan kapitalizme yönelik değil, ‘mevcut türleri’ üzerine dillendirilmiş oluyor. Böylece savunucular, bir tür kapitalizmden kurtulup, yerine başka bir türünü koyarsak eksiklerin kaybolup gideceğini söyleyebiliyor.


Bu mantığa göre ‘serbest piyasa’ müritleri, var olan kapitalizm biçimlerine yönelik tüm eleştirileri sindirebiliyor. Gelir adaletsizliğini, istikrarsızlığı, haksızlıkları onlar da kınayabiliyor. Sonra da piyasanın ‘tamamen’ serbest olmadığını açıklıyorlar. Ekonomiyi ‘devlet denetiminde’ olmaktan çıkarıp, ‘serbestleştirecek’ politikalar savunuyorlar.

EKONOMİK MİLLİYETÇİLİK

Savunucular için kapitalizm sözcüğünün önüne sıfatlar iliştirmek, kapitalizmin merkezindeki ‘üretim ilişkileri' ile ilgili eleştirilere olanak sağlıyor. Eleştirilen kapitalizmin kendisi değil, önüne konan sıfat oluyor. Bu gibi sıfatlara başvurarak, Donald Trump’ın yaptığı gibi ekonomik milliyetçiliğe dönebilirsiniz. Trump, üretim süreçlerini ülke dışına çıkaran, ülkeye göçmen çeken ‘küreselci’ kapitalizmi eleştiriyordu. Bunun yerine ‘Önce Amerika’ sloganıyla kapitalizmin önüne milliyetçi sıfatlar koydu. Kapitalizmin kendisini eleştirmek aklının ucundan bile geçmedi.

DEVLETİN MÜDAHALELERİ

Bu gibi sıfatlardan yararlanarak liberter görüşleri de savunabilirsiniz. Mevcut kapitalizm türlerinde (‘refah devleti’ ya da ‘dadı devlet’ diyorlar), yaşanan sorunların özünde vergi alan, kural koyan devletin müdahaleleri olduğunu öne sürebilirsiniz. Liberter görüşe sahip olanlar için, çözüm devlet müdahalesini ortadan kaldırmak, hedef ise ‘mutlak serbest piyasa’ elde etmektir.

KEYNESÇİ POLİTİKALAR

Diğer uçta ise Keynesçi düşünce var. Keynesçiler ve belli tip ‘sosyalistler,’ kapitalizmin belli sıfatlarına yoğunlaşıyorlar. Gelir ve refah adaletsizliklerine, kriz döngülerine yoğunlaşıp devletlerin ekonomik sistemi doğru yönetmediğini savunuyorlar. Onlara göre, daha çok devlet müdahalesi gerek. Dolayısıyla Keynesçiler para ve maliye politikalarının daha fazla kontrol içermesini, devletin ‘makro politika’ müdahalelerini savunuyorlar. Kapitalizmin merkezinde yer alan, kendini tekrar eden problemlerin böylece ortadan kaldırılabileceğini savunuyorlar (Keynes’in meşhur eseri 1980 buhranı esnasında yazılmıştı).

Daha ‘solcu’ Keynesçiler, devlet müdahaleleri ile adalet ve refah adaletsizliklerinin giderilmesi gerektiğini savunuyorlar. Kendilerine de çoğu zaman sosyalist diyorlar. Aslına bakarsanız kapitalizm sözcüğünün önüne ‘refah devleti, sosyal demokrat, İskandinav tipi’ gibi sıfatlar koymaktan öteye gitmiyorlar.

İŞÇİ-İŞVEREN AYRIMI

Yukarıda bahsi geçen ‘sosyalist ve komünist’ savunucular, aynı liberter ve Keynesçi olanlar gibi işçi-işveren ayrımının muhafaza edilmesi gerektiği görüşündeler. Genelde bu tartışılmayan bir ‘varsayımdır.’ Dolayısıyla devlet denetimi, devlet teşebbüsleri vb. aracılığıyla daha iyi ekonomik sistemler inşa edebileceğimizi savunurken, söz konusu teşebbüslerin iç işleyişinin nasıl olacağı konusuna girilmez. Adeta doğal, teknolojik ve tarihsel bazı kaideler işyerini herhangi başka şekilde organize etmemize izin vermiyormuş gibi… Neticede bu insanların tarif ettiği sosyalizm ve komünizm türleri, kapitalizm türleri arasında alt başlıklar olmaktan öteye geçemiyor. Kapitalist sistemi önüne sıfatlar ekleyerek savunma geleneğinin ideolojik gücü, işte bu kadar derine iniyor. Maalesef bu gelenek pek çok eleştirmeni de bünyesine katmış durumda.

Sosyalist ve komünist geleneğe mensup insanlar kurumların nasıl organize edileceği konusunda oldukça farklı düşünüyorlar. Kapitalizmin dayattığı işveren-işçi ayrımı yerine, kurumların içyapısının demokratikleştirilmesi gerektiğini savunuyorlar. Bu da işyerinde üretim süreçlerine katılan herkesin; neyin, nerede, ne zaman ve nasıl üretileceği konusunda; üretilen ‘şey’ ile ne yapılacağı konusunda eşit oy hakkına sahip olması anlamına geliyor. İlginçtir ki, pratikte bu tür kurumları dünyanın her yerinde görebiliyoruz. Bazı örneklerde bu kurumların oluşmasında kapitalistlerin ve sosyalistlerin rol oynadığını, bazen ise bu geleneklerin tamamen dışında şekillendiklerini görüyoruz.

SİSTEMİN KAÇINILMAZ SONU

Toplumun sorunlarını ve geleceğini tartışırken merkeze koyduğumuz kavramı ve bu kavramın önüne koyduğumuz sıfatları unutmak zorundayız. Kapitalizmin temelinde yer alan işveren-işçi ayrımını, özel sektör-kamu ayrımını yeniden düşünmeliyiz. Çoğu insan için, ömrünün çoğunu geçireceği yer anlamına gelen işyerinin nasıl organize edildiğini tartışırken, tabularımızdan kurtulmalıyız. Farklı kurumsal organizasyon biçimleri daima var oldu. Bir biçimden diğerine geçmek toplumsal sorunların çözülmesini sağlayabilir. Bu yüzden kapitalizmin işyerlerini nasıl organize ettiğini değiştirmeliyiz. Bu anlamda, kapitalizmin işyerlerimizi organize etme şekline karşı çıkmalı, bunu içinde yaşadığımız politik düzenin kaçınılmaz sonucu olarak algılamamalıyız.


KÖLECİLİĞE KARŞI MÜCADELE

Kölecilik döneminde köle ticaretinin ‘serbest’ mi yoksa ‘devlet denetiminde mi’ olacağı konusu, en nihayetinde köleciliğin yasaklanması ile çözülmüştü. ‘Zalim’ ya da ‘şefkatli’ kölecilik tartışmaları da aynı şekilde. Köle sahipleri, kölelere seçim şansı vererek kölecilik sistemini kurtarmaya çalıştılar. Fakat insanlar nihayetinde problemin köleciliğin biçimleriyle ilgili olmadığını anladılar. Kölecilik, problemin kendisiydi. Bitmeliydi. Benzer şekilde, monarşi tartışmaları da parlamenter ‘denge’ sisteminin varlığı ve yokluğu üzerinden tartışıldı. Monarşi mensupları, monarşinin biçimini değiştirerek güçlerini muhafaza etmeye çalıştılar. Fakat insanlar sonunda ne tür bir monarşi istediklerini düşünmek yerine, monarşinin kaldırılmasını seçtiler. Kapitalizm de aynı tarihi dönüm noktasında.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: Counter Punch