Hafızam beni yanıltmıyorsa 90’lı yılların başı olmalı.

Hafızam beni yanıltmıyorsa 90’lı yılların başı olmalı. Sonraları Özgür Gündem Gazetesinin çok okunan mizah yazarlarından olan Dr. Martinez müstear adlı kadim arkadaşım Altay Martı ve en az Altay kadar dostlarım Suat Tokat ve Levent Müjde Diyarbakır’da Ali Emiri Ortaokulunun sokağındaki bekâr evlerinde bir akşam muhabbetine çağırmışlardı. Oturacağım yeri gösterdiler, bir divandı. Neyse, oturdum. Sohbete başladık. Yiyip içiyoruz da! Arada bir hemen arkamdaki duvara bakıp müstehzi bir şekilde gülüyorlar. Üçü bir araya gelince “Allah onların mizahi şerrinden korusun” dediğim anlar çok olmuştur ya, neyse! Bir “muzırlık” peşindeler diye düşünmedim değil, dönüp bakınca ne göreyim. Bir Türkiye haritası, ortasında Mustafa Kemal portresi, altında imzasıyla “veciz” bir söz; “Misak-ı Milli Sınırları içinde tantana istemez…”

Konusu mizah olan bir kitap üzerinden düşününce işte diyorum Kürt aklı, mizahi olunca böyle bir şey olmalı. Kürt mizah yaparsa böyle yapmalı. Trajedisi olan toplumların mizah sevgisi çok gerçekçi ve anlamlı! Mizahın Kürtler arasında “dayanılmaz hafifliği” var, bunu peşinen kabul etmek lazım. Gündelik hayatın içinde o denli mizahla yüklü yaşanmışlıklar var ki, anlatılmaz yaşanır kabilinden.

“Beytocan” ünlü bir Kürt bestecisi ve musikişinası. Benim Diyarbekir Cumhuriyet ilkokulundan sınıf arkadaşım. Uzun zamandır İsveç’te sürgün. Birgün, gün ortasında çalan telefonumu açtım, Beytocan. Hal hatır sorduk, sonra başladı projesini anlatmaya. “Bir uçak kiralayacağım, eğer para bulursam. Dünyanın en ünlü müzik sanatçılarını da dolduracağım uçağa. Ben de içinde olmak kaydıyla. Sonra Türkiye’nin üstünde tur atacağız uçakla ve başlayacağız uçağın içinde protest müziğe. Madem gelemiyoruz ve sorun da bir türlü çözülmüyor. O halde böyle bir protesto yapalım da dünya âlem duysun”. Şimdi bu niyet ve istek, ruhuna kadar mizahi bir akılcılığın ürünü değil de nedir, sorarım size?

Oldum olası “üslup sahibi yazar”ları sevmişimdir. Özgür Amed “Kürdocul İşler”* kitabının yazarı. Üslup sahibi bir genç yazar ve ilk kitabı. Bu girizgâh niyetine yaşanmışlıkları hazırlık materyali olma sebebi anılan kitabından dolayıdır.

İmzaladığı kitabının ithaf sayfasında diyor ki; “Şarlo’nun ‘yakın planda bakıldığında hayat bir trajedi, uzaktan bakıldığında ise komedidir’ söylemini keşfettiğim gün, şuna karar vermiştim. Kürdo gençler oturup, tavlada zar atacaklarına, tavlayı ters çevirip, dama ya da satranç oynadıkları zaman birçok şey değişecektir.”

Diyarbakır üzerine Ankara’da düzenlenen iki günlük bir sempozyumda aklı sıra yaşanan otuz yıllık trajediyi gerekçe göstererek dinleyici ve izleyicilerin gözlerinin içine bakarak şehrin üniversitesinin rektör hanımefendisi diyordu ki; “Diyarbakır’ın yanlış etiketini değiştirmek gerek”. Cevabını “akademisyen” kimliği olanlar da dâhil tümüne yüksek sesle vermek gerek; Diyarbakır’ın yanlış etiketi yok. Diyarbakır’ın ve bölge halkının üslup sahibi yazarları sizin bilimsellikten yoksun iktidar yağcılığı ve yağdanlıklarınıza da cevap olsun diye yapıyorlar bunca kalem erbaplığını. İşte mizahın böylesine “hayırlı” işleri de var, tarihe kalan.

Çok mu teorik oldu! O halde sokağın mizahi diliyle konuşalım…

Öğrenci eylemlerinde “molotof” yerine, boklu “çocuk bezi” atacağı varsayılan eylemciler. Newrozlarda yakılan lastiklerin küresel ısınmayı etkilediği ve “Hidroklokürdik” gazını oluşturarak literatüre dâhil etmesi arzulanan realite. Çekirdek aile yerine bilcümle eğlence sektörüne “picamalı dakota” aile modelinin daha gerçekçi olacağı mantığı. Sansür dil kurumunca ismin hallerine, O-Hal’in de eklenmesi mecburiyeti…

Bütün bu ve benzeri esprilerin bir yaratıcı zekâ örneği olarak Kürdocul İşler’de ziyadesiyle vukubulduğunu ve de sübuta erdiğini gözlerimden yaş gelerek aynı zamanda gülümsemeyi de unutmadan okuduğumu itiraf etmeliyim.

Ultra yandaş medya seçkileri, Kürt coğrafyasında geleceğin meslekleri, çay sonrası karalamalar; U2 ve Dengbêj buluşması, kentte ciğer(ci) savaşları, Heval Schopenhauer ve Hegel muhabbeti ve kitabın ruhuna nüfuz eden Xalê Seyitxan ismi takıntısı. Daha da fazlasının ayrıntısı Kürdocul İşler’de…

Dîyarbekir’in Kulp ilçesinin taammüden cinayete kurban gittiği 90’lı yıllarının bir fenomeni vardı, Başçavuş Reco! Kulplular, Reconun “köylerinin boşaltılıp yakıldığı” yıllarında can havliyle şehrin koşuyolu bölgesine kaçıp yerleşirlerken “Reco”nun arkalarından bağırarak söylediklerini de paylaşıyorlardı; “Koşuyolunda da gelip sizleri bulurum haberiniz olsun!”. Doğrusu şimdi Reco ve Reco’nun soyundan gelenler ağır bir yenilginin çaresizliğini yaşıyorlar. Oysa Reco ve taallukatının sürdükleri ise sadece siyasal mücadele ile değil, mizahın yaratıcılığı ile de “resmiyeti” ti’ye almayı bizatihi hayatları ve kalemleriyle beceriyorlar.

Ortaokul yıllarından başlayarak özdeyişler derleyen ve mizaha kafa yoran Kürdocul İşler’in yazarı Özgür Amed bir Kulp’lu genç.

Bekliyorum Özgür, kitabın için de peşinen “spas” dediğimde; mizahi üslubunu konuşturarak “Eyvallah Abê, benden de pir spas, kapında olmişam paspas” diyerek Kürdocul İşler’i tutuşturdu elime. Sülüklü Han’da iki saat çayın, kahvenin imanını gevrettik, bolca mizah yapıp kendimizle de dalga geçtik.

Nasıl karşılarsınız bilmem. Mizanpajında ve dizgisinde kimi yetersizlikler olmakla birlikte iyi ve mizahi bir ilk kitap. İyi ki paylaşmış yazarı. Kürdocul İşler’i çok sevdim. Bunca ciddiyet ve ağır ağabeylikler içinde, gülmeye de ihtiyacımız var değil mi!   

*Özgür Amed, Kürdocul İşler. Tevn Yayınları. 2011 İstanbul.