Kar Kurdu ve Canavar ve kitaptaki  çelişkiler üzerine

MEHMET ÖZÇATALOĞLU

Sevgisiz gezegenin sevgi yüklü yaşayanlarıydık biz. Ama en çok kendimizi severdik, karşımızdakini değil. Bir tek kendimizi düşünürdük, karşımızdakini değil… Şimdi öyle günlerden geçiyoruz ki; sevgiden mi yoksa sevgisizlikten mi anlaşılamayan bir şekilde birbirimizden kaçıyoruz.

Kardeşin kardeşi görmeye tahammülü yok neredeyse. Evde çocuklarımıza şöyle sıkı sıkı doyasıya sarılamayalı o kadar çok oldu ki. Daha da ne kadar tahammül göstermemiz gerektiği de belli değil. Yorulduk mu? Hem de çok.

Yeniden sarıldığımız, kucaklaştığımız günlerin bir an önce gelmesini istiyoruz artık. Bu arada sevmeleri unutan birer canavar olmayız umarım.

Sevmek ve canavar demişken, sevgi dolu kitapların yazarı Güzin Öztürk, en yeni kitabı ‘Kar Kurdu ve Canavar’da “Sana sevmeyi öğretebilirim canavar” diye sesleniyor arka kapaktan.

Güzin Öztürk adını her duyduğumda ‘Kuş Olsam Evime Uçsam’ gelir aklıma. İlk kitabı olmasına rağmen çıtayı öyle yükseğe koymuştu ki kendisi için, şimdi yazdığı her kitapta yeniden oraya erişebildi mi diye bakıyorum. Sonrasında ‘Ben Bir Hayaletim’ gelmişti ve bu kitap da en az ilk kitap kadar etkilemişti beni. Baştan sona sevgi yüklü kitaplardı bu kitaplar. Ve Güzin Öztürk de bu duygunun nahif yazarlarından biri olup çıkmıştı adeta. Sonrasındaki üç kitapta farklı yaş grupları için farklı türde kitaplar da denedi. Bir ‘Kuş Olsam Evime Uçsam’ olmasa da başarısız da denilemezdi bu kitaplar için. İşte şimdi de ‘Kar Kurdu ve Canavar’. Arka kapaktan alıntılayarak; “Sevgi ve iyilik dolu Mizgin’in yaşamı, evlerine yerleşen bir canavarın sakarlığı yüzünden değişiyor. Canavar geceleri geliyor ve her şeyi altüst ediyor. Canavar sevmeyi bilmiyor. Köylü, Kar Kurdu’nu avlamak için uğraşırken av ile avcı yer değiştiriyor. Kar Kurdu ise herkese, hiç beklenmedik bir şekilde, önyargılarını yıkmaları gerektiğini gösteriyor. Peki, kim canavar? Kar Kurdu mu? Sarsak canavar mı? Kar Kurdu ve Canavar, insanların birbirine saygı duyduğu bir aile ve sosyal hayatın önemine değinirken, sevginin değiştirici gücünü sarsıcı bir hikâye üzerinden anlatıyor.”

Aslında iddialı bir son tümce olmuş. Fakat itiraf etmeliyim ki beni en çok sarsan yazarın yaptığı hatalar oldu. Açıkçası Güzin Öztürk’ün ne denli dikkatli olduğunu da bilirim. Sanırım bundan dolayı, hatalar okuma düzenimi de bozdu. Haydi, isterseniz kitaba şöyle bir girelim.

Mizgin’in, yaşı belli değil fakat anlaşılan o ki henüz ilkokul çağında, 9-10 yaşlarında bir kız çocuğu. Yer, Kars’ın Ocaklı köyü. Karakter ve coğrafya tanımlanınca hepimizin aklında bir şeyler oluştu ister istemez. Bu düşüncelerle okumaya başlayınca da ilk olarak 50. sayfadaki “ateş düşürücü şurupların henüz moda olmadığını” okuduğumda yadırgamasam da bir önceki sayfada annenin Mizgin’i pedagoga götürmek istemesiyle birlikte burada takılı kaldım adeta. Bundan sonraki bölüm hep bu satırların gölgesinde ilerledi Kars’ın Ocaklı köyünde. 67. sayfada “babasını bir kez olsun görse cennete giderdi herhalde…” diye yazdığını okusak da yazarın, yine 49. sayfada Mizgin’in, “…Günlerdir babamı görmüyorum. Bizi terk etti ve sen bana söylemiyorsun, değil mi?” deyişine tanık olmuştuk bir kere. 74. Sayfada annesinin “… gidip ilaçlarını benim almam gerek” demesi de beni hemen 50. sayfadaki ateş düşürücünün henüz moda olmadığını okuduğumuz satırlara döndürdü. Zaman tünelinde gidip gelmiş sanki yazar. Ya da yaşadığı coğrafya ile düşlediği/kurguladığı coğrafya arasındaki kopukluğu/dengeyi tutturamamış. Devam ederken bir sonraki sayfada “…Annesi televizyon yerine radyo açmaya karar verdi. (…) çeken tek kanalda Arkası Yarın dinliyorlardı…” satırlarını okuyunca televizyonun çalıştığı bir ortamda tek radyo kanalının çekmesini de çelişki olarak yorumladım. 89. sayfada yine babasının Mizgin’i günlerdir göremediğini okuyoruz. Bu da yine uzun zamandır mı kayıptı yoksa kısa süre önce mi evden ayrıldı hususunda kafaları karıştırıyor. Son olarak 106. sayfada Mizgin’in “bir ekmek, iki yüz gram peynir, bir de vampirli dergilerden istiyorum…” demesi kafamda oluşturduğum coğrafyayı yerle bir etti ve ben kimi, nerede okuduğum konusunda her şeyi karıştırdım.

Bu kitabın 2018 Tudem Edebiyat İkincilik Ödülü’nün sahibi olması için ne söylenir bilemiyorum. Her zaman savunduğum tezin arkasında durarak bir kitabın gerçek ödülünü okurlar verir demekten alamıyorum kendimi. Bu denli hatayı sadece yazara mal etmek haksızlık olur tabi. Hani geçenlerde tartışıldığı ve birçok kere dile getirildiği üzere merdiven altı değil nitelikli yayınevlerinin eserleri takip edilmeli diyenlere de selam olsun. Editoryal çalışmalarda da daha fazla incelik beklediğimizi ifade etmeliyim. Güzin Öztürk okurları bunu hak ediyorlar. (Güzin Öztürk okumayan okurlar da hak ediyor ama burada konumuz kendisi olduğu için…)

Son söz olarak demeliyim ki Öztürk’ten ‘Kuş Olsam Evime Uçsam’la çıtayı koyduğu yere erişecek kitaplar bekliyoruz. Daha önce yazdığına göre yeniden yazabilir, inanıyorum.