Arkadaşlarımızın üniversitelerinden ‘atılmalarına’ karşı üniversitelerin söyleyeceği çok söz olabilir. Söyleriz, söylüyoruz. Cuma günü Mülkiye önünde gaz soluyan, dayak yiyenler arasında halen üniversitede olan çok sayıda akademisyen de vardı. Bizi de atar mı muktedir? Atabilir elbet, ille de KHK beklemesine de gerek yok, ‘terörle iltisak’ kuruverip atmaktan da beter edebilir. Gözdağı vermek için iyi bir yol olarak görmesi bile mümkün.
Peki, toplumdan bir tepki gelir mi? Toplum dediğimiz ne ki? Halkın, üniversite çalışanlarının, öğrencilerin, ana babalarının üniversiteleri işgal edip, hocalarımıza dokunma, demesini mi umalım! Biz de bırakalım mı kürsülerimizi, çıkarıp polisin ayakları altına atalım mı cübbelerimizi? “Çok da şeeder mi” hükümet? Peki, aportta kürsü, unvan bekleyen öğretim üyeleri, peki halk? Bulut teknolojisi ile ilgili, “merak etmeyeceksin nasıl olduğunu kafayı yersin, kullan ama merak etme” diyen, kendisi de üniversite mezunu, hem de mühendislik, Başbakan etkilenir mi?

Daha önce yazmıştım. 1935 yılında Alman üniversitelerinden Yahudi ve solcu öğretim üyeleri atılırken uygulamayı protesto etmeye yeltenen birkaç profesöre Hitler, “Bu insanların atılmasının Almanya’da bilimi yok edeceğini söylüyorsunuz, olsun biz de önümüzdeki yıllarda bilimsiz devam ederiz” demiş (https://www.birgun.net/haber-detay/hitler-in-profesorleri-101038.html). Yoluna bilimsiz devam eden Nazilerin sonunu biliyoruz.
Üniversitelerden muhaliflerin temizlenmesi kısa vadede iktidarın elini kolaylaştırır, uzun vadede ortaya çıkacak kaybı ise halkın anlaması, öngörmesi ise zordur. Hayatına dokunmadan; daha doğrusu açlığının, yoksulluğunun, kan içinde olmasının nedenlerinden birinin de üniversitelerin çökertilmesi olduğunu anlaması kolay olmaz.

Avrupa’da laik bilimin ve laikliğin dinsel bağnazlığı aşması birbiri ile iç içe geçen çok sayıda olayla mümkün oldu. Sokaktaki sıradan insanın laikliği benimsemesi ise çok da akılla, eğitimle olmadı. 14. yüzyılda Avrupa nüfusunun üçte birini yok eden ‘kara ölüm’ (veba) salgını sırasında halk, laik bilimin değerini öle öle anladı. Salgın boyunca rahipler, piskoposlar kara ölümün, Tanrının artan günahkâr hayata verdiği bir ceza olduğunu vaaz edip durdular. Halkı, kiliselerde toplanıp Tanrıya dua etmeye çağırdılar. O zamana kadar çok da ciddiye alınmayan doktorlar ise insanlara toplu halde olmaktan kaçınmaları, hastalarla sağlıklı olanları ayırmaları ve temiz su çağrısı yapıyorlardı. Tabii ki kiliselere toplananlar, hastalığı birbirlerine daha çok bulaştırıp, daha çok öldü. Doktorları dinleyenler ise sağ kaldı. Modern tıbbın üstünlüğünü kabul ettirdiği en önemli tarihsel dönemeçlerden biri bu dönem olarak kabul edilir.

Avrupa’nın kolektif bilinçdışında ‘kötülüğün doğudan geleceği’ fikri de kara ölüm salgınıyla eşleşir. Salgın Karadeniz ve Anadolu’daki doğu limanlarından İtalya kıyılarına gelen yük gemileri aracılığıyla Avrupa’ya bulaşmıştı.
Bu kadar kolay olmadı ama değişim. Dinsel otoritesi sarsılan kilise, iki Dominikan keşişin yazdığı bir kitapla yanıt verdi laik bilimcilere. Malleus Maleficarium adlı kitap, bir tür cadıları tanıma rehberiydi. Zaten adı cadı tokmağı anlamına gelir. Kilise bu rehber aracılığıyla ‘dinsizleri’ (laikleri) ve yabancıları (Müslümanlar, Yahudiler, Çingeneler ve psikiyatrik hastalığı olanlar) avlayıp, yakmaya başladı. Cadı avı deyiminin de kökeni böyle.

Muradım, tarihsel bilgilerle şimdiki iktidarın yaptığının yeni bir şey olmadığı ve başarısızlığa da mahkûm olduğu avuntusuyla oyalanmak değil. Arkadaşlarımız işsiz kaldılar. Yalnızca bilim üretme ve öğretme hakları ellerinden alınmadı. Çoğunun geçimini sürdürme imkânları da son derece kısıtlı. Yaşarlar elbet. Dayanışırız, aç kalmazlar. Bir işin ucundan tutarlar muhakkak, bazıları için daha bile iyi olabilir. 12 Eylül Darbesi sonrası da farklı olmamıştı. Zamanında Muzaffer Şerif’i de atmışlardı. Şerif, ömrünü ABD’de geçirdi ve sosyal psikolojinin kurucusu olarak biliniyor. Onun da katkısıyla ABD ruh bilimi ‘bizden’ yüz kat ilerde. Bu da dokunmayabilir topluma, bağlantıyı kuramayabilir.

Bizim şansızlığımız, bugün üniversitelerde kıyım yapanların da bu bağlantıyı kurmaktan aciz olmaları, Hitler en azından biliyordu.

Şimdi referandumda ‘evet’ diye çağrı yapanların, zamanında kara ölümden kurtulmak için halkı kiliselere çağıranlarla aynı oldukları kayda geçsin derdim, başka bir şey değil.