Erdoğan’ın 2017’den bu yana büyükşehirlerdeki oy kaybı, bu seçimde de sürdü. Sosyolog Sevinç Doğan, “İstanbul’da Kadıköy’e gelen AKP seçmeni Kılıçdaroğlu’na oy verenin ‘terörist’ olmadığını görüyor” dedi.

Kara propaganda şehirde tutmuyor
Fotoğraf: AA

Semra KARDEŞOĞLU

Sevinç Doğan, çalışmalarını AKP üzerine yoğunlaştırmış bir sosyolog. “Mahalledeki AKP” adlı bir kitabı da var. Çalışmalarını Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde sürdürüyor. Seçim sürecini de yakından takip eden Doğan ile seçim sonucunu konuştuk. Çalışmaları nedeniyle AKP’ye oy verenlerin yoğun olarak yaşadığı mahallelerde de bulunan Doğan sorularımızı yanıtladı.

Erdoğan’ın temsil ettiği anlayışa karşı olanlar 21 yılın ardından bu kez Erdoğan’ın kaybedeceğine inanıyordu. Anketler de bunu gösteriyordu. Ne oldu peki?

Değişime yönelik yükselen bir umut dalgası vardı. Bu dalga aslında depremden sonra yayıldı. Kaygılı bir atmosfer ve belirsizlik vardı. Erdoğan’ı eleştirilmez bir lider haline getiriliyordu. HDP’ye yönelik söylemler aşırı sertleşmişti. Sonra deprem oldu. Büyük bir felaket ve kayıp yaşandı. Bunun üstüne umuda ihtiyaç doğdu. Bu muhalefetin üzerindeki duygusal ağırlığı atmasına atıllıktan uzaklaşmasına da yol açtı. Erdoğan’a oy verenler de karşı çıkanlar da onu eleştirmeye başladı. “Ne yaparsa yapsın artık korkmuyoruz” dediler. Erdoğan’a, tek adam rejimine ve muhalefete eleştiriler de daha netleşti. Ondan önce sosyal medyada bir şey yazarken bile ağır bir baskı ortamı etkiliyordu. Sansür ve otosansür. Deprem bunu kırdı. Muhalefetin sesini yükseltmesine yol açtı. Bu umut dalgası içinde bazı şeylerin görülemediğini düşündüm. Aslında araştırmalar da ilk turda yüzde 1 -2 puan farkla önde olacağını söyledi. Yani aradaki fark çok büyük değildi. Ama muhalefet “İlk turda alıyoruz” ruh haline girdi.

Erdoğan’ın ve AKP’nin oy kaybettiğine yönelik veriler de çok fazlaydı. Birçok kentte eriyordu. Sonuçta eridi de...

Evet AKP’de yaşanan oy kaybı büyük. Araştırmalarda da zaten AKP en kötü yüzde 30-35 oy oranına sahipti. Elbette Kılıçdaroğlu’nun bugün aldığı oy oranı çok yüksek. Hatta ilk turda AKP’li seçmen ‘Kılıçdaroğlu nasıl bu kadar yüksek oranda oy alır’ diye tepki gösterip inanamadı. Ben ilk tura aşırı duygusal yatırım yapılması, ikinci turun hiç olmayacağı varsayımından hareket edilmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum. Milyonlarca kişiyi buna hazırlamamak bir eksiklik. İlk turun akşamında insanlar duygusal çöküntü içinde bırakıldı. Bir oluşumun siyasi parti olması kitlelerin duygusal çalkantılarını da kanalize edebilmek ve yön verebilmektir.

Tüm bunların yanında eşitsiz ve adil olmayan bir ortamda, çok kısa sürede, Akşener’in masadan kalkmasına, baskıya rağmen ülkenin bir yarısına Kılıçdaroğlu’na oy vermesi önemli değil mi?

Elbette Kılıçdaroğlu önemli bir başarı elde etti. Bir yıl önce Kılıçdaroğlu ülkenin yüzde 45’inin oyunu alacak deseniz kimse inanmazdı. Muhalif kesimleri yanına alabildi. Özgüven sağladı. Burada yanlış olan aradaki fark düşük olmasına rağmen alıyoruz bitiyor demekti.

Sevinç Doğan

Deprem gibi felaketler genel olarak iktidarı yıpratır. Bizde ne oldu?

Deprem nicel değil nitel bir kırılma yarattı. Oy oranlarına değil siyaset yapma biçiminde bir kırılma yarattı. Deprem bölgesi oylarını inceledim. Hatay ve Diyarbakır hariç 2017 oy oranlarına baktığınızda yüzde 60 hatta 70’ler oranında başkanlık rejimine evet denmiş. Bu seçimde yüzde 2 -3’ük bir kayıp var. Ama baştaki oran çok yüksek olduğu için büyük değişiklik yapmıyor. Bir de biz deprem sonrası buralarda ne oldu bilmiyoruz. Hangi ağalar, kimler depremzede seçmeni nasıl ikna bilmiyoruz. Tepki göstereceği varsayıldı. Ama tüm dünyada tersi literatür de var. 2019-20 arası yükselen otoriter ve popülist liderlere bakılmış. Trump dönemi mesala. 29 buhranı sonrası faşizmin yükselişinde “Biri gelsin  bizi kurtarsın” anlayışı vardı. Weber böyle dönemlerde karizmatik lider arayışını aktarır. Bahsettiğim araştırmada da sosyal değişim zamanlarında kitlelerin ‘güçlü’ liderlere ayakları yere basan politikalara ihtiyaç duyduğu bilinir.

Rusya-Ukrayna savaşı örneğin bu süreçte insanlara Avrupa’nın göbeğinde bir savaşın her an olabileceğini anımsattı. Bizdeki yansıması belki “Burada bir kaos var, ülke sınırlarına girilebilir” diye düşünüldü. “Türkiye bölünmek isteniyor. Bölünme paranoyası, krizlerin artacağı paranoyası, güçlü bir lider olmadan konsensus olmayacağı düşüncesi diri tutuldu hep. Ekonomik kriz, sosyal felaket, militarist, göçmen karşıtlığı vs. Bildikleri, tanıdıkları, kaynakları yönetip hızlıca dağıtabilecek bir model aranmış olabilir.

Ama bir yandan da ekonomiyi kötü yöneten de aynı adres.

Şu atlanmamalı. Ekonomik, kültürel ve sınıfsal olarak ne kadar alt grupta iseniz o kadar çok temsilciye ve sözcüye ihtiyaç duyarsınız. AKP’ye oy veren biri AKP ile ilgili bir politikaları savunmuyor ki. Mikrofon tutuluyor, “Zengin daha zengin fakir daha fakir oldu” deniyor “Sendikal haklar alındı” deniyor. Bunların hepsine katılıyor ama ne diyor, “Dünyaya kafa tutuyor, boyun eğmiyor, eğilmiyor” diyor. Kendisi ile ilgili özdeşlik kuruyor. Maddi bir kazanım olmasa da duygusal anlamda bir kazanma hissi yaşıyor, özdeşlik kurarak.

Kazanan tarafta olma yanılması gibi mi? Ya da güçlü bir baba figürü arayışı mı? Yoksa tam tersi koruma mı?

Erdoğan ‘Abinizim, oğlunuzum”’ diyor. Partililer “Seni kurda kuşa yem etmeyiz, yedirmeyiz, ezdirmeyiz” diyor. Yani bir yandan da kollanması gereken de biri. Lider ve temsilci olarak seçmenin gözünde ceberrut, baskıcı sopasını değil, savunulması, sahip çıkılması gereken bir parçaları gibi. Hastalık ve yaşlılık vurgularının yapılması da belki bunu güçlendiriyor. O dış etkenlere karşı korunması gereken bir emanet haline geliyor.

Bunlar zıt şeyler değil mi? Hem güçlü bir lider hem de korunması gereken oğul.

Zıttı evet ama korunmazsa başına bir şey gelebilir. Ona sürekli bir şey yapmak isteyenler var içeride ve dışarıda. Her seçimde “Bu seçimi kaybederse şunlar olur. Başınıza büyük belalar gelir” duygu ve düşüncesi yaratılıyor.

Bunun bir kurgu olduğu, bir propaganda yöntemi olduğu anlatılıyor. Peki niye değişmiyor? Elbette kutuplaşma politikasının etkisini biliyoruz…

Bugün siyaset sözler ve doğrularla yapılmıyor. Otokratlar, milliyetçiler, ultra faşistler bunu çok iyi biliyor. Duygulara seslenen ve orayı mobilize eden temsil mekanizmaları iyi kullanıyorlar. Bir şeylerin kaybeden ekonomik ve kültürel sermayeden yoksun olan kesimler geleceksizlik, güvensizlik gibi durumda bir şeylere yaslanıyor. Gezi’de “Kabataş” ya da “camide içki içilmesi” olaylarının gerçek olmadığını biliyor insanlar. Ama gerçekler üzerinden bir siyaset yapılmıyor ki. Faşizmin propaganda kısmında da böyle. Hiçbiri gerçek değil. Ama orada belli gerçekler hassasiyetleri kışkırtma yöntemi uygulanıyor. Erdoğan da sürekli bölünme paranoyasını, terör paranoyasını kullanıyor. Terör hassasiyeti var. Burayı kaşıyan bir yolu kullanıyor. Doğru olup olmamasının önemi yok ki burada.

Ne değiştirebilir o halde?

“Ekonomik koşullar kötü, insanlar sola oy verecek”, “Neoliberal dönem işçiler AKP’den vazgeçecek, oy vermeyecek” gibi bir durum yok. Yoksullaşsalar da vazgeçmiyor. Aileden gelen tercihler var sembolik meseleler var. Ekonomik değil sadece. Hayatın her alanında kaybediyorsun ama Erdoğan’a oy vererek ‘kazanıyorsun’ Araştırma yaparken meslek lisesini dışarıdan okuyan bir çocukla konuşmuştuk. Üniversiteyi kazanma olasılığı düşük. Ama ailesi onu AKP’ye göndermiş. Orada gençlik kolları temsilcisi olmuş. Din bilgisi dersini müfredatını uyguluyor mu uygulamıyor mu diye öğretmeni kontrol ediyor. Rapor yazıyor. İktidarın bir temsilcisi gibi davranıyor. Yani AKP’li olmak gündelik hayatta ona bir hava veriyor.

Erdoğan’ın yaptığı siyasal ve sosyal ağlarla partinin çok üst kademesinde bulamayana, eğitimle sınıf atlayamayana, inşaat, ticaret sektörüne girip dönüşüm yaşayamayana diğer ağlarla iş bulma geleceğine yönelik belli şansları artırma imkanı sunuyor. Sınıfsal dönüşüm imkanı zaten çok zor artık.

Erdoğan’ın bu seçimde de yine büyük kentlerdeki oy kaybının yüksek devam ettiğini görüyoruz. Tüm yardım mekanizmasına rağmen niye başaramıyor bu erimeyi?

Ekonominin kötüleşmesinin etkisi büyük kentlerde daha derin yaşanıyor. Kira başta olmak üzere. Ama Anadolu kentlerinde durum farklı. Erdoğan ikinci tur sonrası Kısıklı’da yaptığı konuşmada “İstanbul’u da alacağız Üsküdar’ı da” dedi. Çünkü Üsküdar’dan Kılıçdaroğlu çıktı. 2017’den itibaren artarak devam ediyor bu kayıp. Büyük şehirlerden onay alamadı. Bu yerel seçimde de sürdü. Son seçimde de devam ettiğini görüyoruz. Önemli bir ölçüt bu. Belki küçük kentlerde destek mekanizmaları, tarımla olan bağlar, gıda olsun kira olsun konut olsun daha kolay. Bulgurunuzu anneanneniz veriyor köyden belki. Toplumsal ve siyasal krizlerin kendisinin büyük kentlerdeki etkisi bambaşka.

Kentlerde her şeye rağmen bir geçirgenliğin olduğundan söz edilebilir mi?

Elbette. Üsküdar’dan 10 dakikada Beşiktaş’a geçiyorsunuz ya da Kadıköy’e geçiyorsunuz. Farklı toplumsal kesimleri görüyorsunuz. HDP’liyi görüyorsunuz “terörist” denilen insanları görüyorsunuz. Orada yan masada oturuyor ve hiç de öyle anlatıldığı gibi değil. Ama Konya’daki Trabzon’daki bunu ne kadar görüyor bilmiyorum.

Bahsettiğiniz geçirgenlik İstanbul’da da zor değil mi? Kendi mahallesinden çıkmayanlar çok.

Ama yine de işi düşüyor ya da bayramda gezmeye geliyor. Sultanbeyli’den Kadıköy’e, Başakşehir’den Beşiktaş’a. Anadolu’ya göre daha fazla imkân var.

Peki AKP’ye oy veren seçmenin bir bölümünün aşırı zenginleşmesi o seçmen için bir anlam taşımıyor mu?  

Elbette taşıyor. Zaten bunu Yeniden Refah oylarındaki yükselişte görüyoruz. Bir tepki var özellikle Kocaeli gibi işçi kentlerinde. Ama AKP’ye oy veren o tepkiyi kendi bildiği kültürel kodlarla ifade ediyor, YRP’ye oy veriyor. Zaten YRP’nin parti programında da işçi vurgusu, sendikal haklar, AKP’nin imtiyazlıları koruduğu, faiz lobisini koruduğu vurgusu var.

Ama yine Erdoğan’ı destekliyor.

Ama AKP yerine YRP’ye oy vererek tepkisini dile getirdiğini düşünüyor.