Yaşı sekseni aşmış bir devrimci olan Ali Rıza Cihan, çocukluğunu, gençliğini ve mücadeleyle geçen yıllarının hikâyesini anlattı. Daima mücadelenin içinde olan Cihan, “Yaşım 80 ama 60’lı yılların, 70’li yılların heyecanıyla devrimci yolda yürümeye devam edeceğiz.”

Karadeniz’in asla boyun eğmeyen delikanlısı

Latife Metli Türkyılmaz

Onu tanırsınız, 1980 öncesi Halkevleri ve TÜM-DER toplantılarından, kitle eylemlerinden… Yolculuğa daha sonradan katılanların yolları da TBMM Kütüphanesine bir şekilde düşmüşse orada, TAKSAV’da toplantıda, BirGün Ankara Bürosu’nda, ÖDP’de, şimdilerde SOL Parti’de ön saflarda, yaşamın sıcak bir anında yolunuz kesişir onunla. Yüzü hep dostluğa dönük, iyilik dolu, incelikli, şefkatli… Derdi varsa ona söylemeli insan. Aklı ve yüreğiyle devrime sevdalı Ali Rıza Cihan.

ÇOCUKLUK YILLARI

Rize ili Hemşin ilçesinin Çamlıtepe köyünde 2 Haziran 1940 tarihinde doğmuş. Karadeniz’in bin bir yeşilliği ruhuna işlemiş, dingin ve bilgece anlatıyor. Yağmurların aralıksız yağdığı yüksek tepelerde, yaylalarda geçen çocukluğu dün gibi. Kalabalık büyük bir ailede büyümüş. “Bizim Hemşin” diye sevgiyle söz ettiği yerlerde, evler orman içinde, bol ahşap yapılı ve büyük. Toprak az ve arazinin büyük bölümü dağ, tepe, orman olduğu için, aile toprağı pek bölünmez. Ataerkil aileler, kolay kolay ayrılmazlar. Öyle bir orman ki koyu yeşil, boylu, sık ağaçlar arasında, havada, tepelerde bulutlar salınır öbek öbek…


Aile mısır, buğday, giderek daha fazla çay üretimiyle geçinirmiş. Kışları köyde yazları yüksek yaylalarda geçer zaman. Yaylada günün çoğu bulut ve sis içerisindedir. Temmuz, ağustos aylarında bile kar yağar.

Köyü, Zuğa Deresi ile Hemşin Deresi’nin kesiştiği alanda. Dört yanı orman ama göl gibi, deniz gibi düzlükte. Köye Lazca’da deniz anlamına gelen Nefsi Zuğa adı verilmiş. Durmadan yağmurlar yağar, ama ne yağmurlar. Bazen yumuşacık çiseleyerek, bazen annenin çocuğunu kucaklaması gibi toprağa kavuşur, bazen oluk oluk, fırtınalı, bazen savrularak.

Ağustos’ta Vartevor denilen yayla şenlikleri rengarenk geçer, en güzel giysilerle cümbüş, eğlence, tulum eşliğinde horonlar gece yarılarına kadar sürer.

KÖYÜN KATIRLARI

Köy ve yayla arası uzak, hele yükün varsa tırmanmak keçi yollarından geçmek öyle zor. Yük, katırların işi. Onların da bir katırı vardı. İnatlaşmaz, yumuşak huylu hem. Bir iki defa bindiğini hatırlıyor. Isınmak için odun iki üç kilometre aşağılardan onunla taşınır. İşte katırın işi de çok kıymetli.

Bir gün annesi diyor ki “Oğlum katır ortalarda yok, bul getir onu evin önüne”. Daha yedi yaşındadır. Sabahın alacakaranlığında tan ağarırken yola koyulur. Yokuşu tırmanırken dalga dalga bulutların içinden geçer. Bulutlar hayal gibi öbek öbek havada asılıdır. Katır ne de olsa işte tepelere tırmanır taze ot bulmaya. Kimbilir nereye gitti? Çocuk, hayaller içinde yürür, bulutların üstüne çıkar. Sonra birden sis içinde köpek gibi bir şey görür, dolanıp duruyor. Kulakları dik dik. Eyvah kurt! Görmesiyle avaz avaz bağırarak, koşarak tepe aşağı kaçarken hatırlıyor kendini. Nefes nefese eve ulaştığında anneciği de üzülüyor, “Ah keşke yollamasaydım” diye hayıflanıyor.

İlkokula başlar. İlk üç yılı kahveden bozma tek sınıflı okulda okur.

Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nde kurs görmüş bir eğitmen olan dayısı onun ilk öğretmenidir.

23 NİSAN ŞİİRİ

Diyor ki: “Ben sınıf arkadaşlarım arasında okuduğunu iyi anlayan, çalışkan sayılır bir öğrenciydim. Şiiri iyi okurum diye dayım beni düşünmüş. Gün 23 Nisan, bir de denilmiş ki ‘Ortaokul müdürü mahsus Hemşin’den gelecek’. Öyle önemli, büyük biri.”

“Ya ezberleyemezsem” korkusu kaplar içini. Göz ucuyla öğretmenin elindeki kitapta şiiri görüverir. İki sayfayı geçmiş, uzun. Akşamüzeri hava kararır. Evde elektrik yok, hiçbir yerde olmadığı gibi. Nasıl ezberlesin, “Ocak ateşinin ışığında mı” diye düşünür, parmak kaldırmaz. Öğretmen birden "Bunu ceza olarak sana veriyorum Ali Rıza! Hiç teklemeden okuyacaksın!" der.

Eve üzgün döner, çaresi annededir. Seğirtir hemen, bir gaz lambası bulup getirir çarçabuk. Ertesi sabah ayağında daha yeni diye annesinin giydirdiği ve büyük gelen lastikleri görmez bile. Öyle bir içten okur ki şiiri, çok çok alkış alır.

Dördüncü, beşinci sınıflarda köyden dört buçuk kilometre uzaktaki Hemşin Merkez İlkokulu’na yürüyerek gidilirdi. Keçi yolunda ayağına hedik giymiş büyükler önden yürür ve iz açarlardı. Çocuklar da o izlere basa basa yürürdü arkadan. Yanlış yere basarsan aman! Dereye de uçabilirsin. Giderken de herkesin elinde bir tane odun.

ANNENİN İSYANI

Amcası ailenin en büyüğü, bir gün diyor ki:

- Bu çocuk iyi çobanlık yapıyor, ilkokulu bitirsin, o işi yapsın.

O günkü gibi hatırlıyor;

-Annem bunu duyar duymaz öyle bir ayağa fırladı ki! “Ben oğlumu okutacağım, ayağımdaki keliği, sırtımdaki çulu satar yine de oğlumu okuturum!”
Babası o zaman köyde değil, İzmir’de fırında hamurkâr. Ailede fırıncılık ve pastacılık yapan çok var. Pastacılığı zaten Hemşinliler Rusya’dan öğrenip getirmişler.

Pazar’da bir oda kiralanır, halasının oğlu ve iki arkadaşı daha, orta birinci sınıfa öylece başlar. Daha sonra okulda, çocuklar için pansiyon açılır.
Evden getirdikleri mısır ekmeği, peynir, çökelek, yağ, bal ile doyururlar karınlarını. Zeytini ilk kez yatılı olarak pansiyona girdiğinde yemiştir. İkinci yılda Ankara’ya Hacı Bayram’da simitçi fırını işleten amcasının oğlunun yanına gidecek, eğitimine orada devam edecektir. Hem fırında çalışır, her işe koşar, hem okur, ev de oradadır, Samanpazarı’nda eski kerpiç bir evde kalırlar birlikte.

karadeniz-in-asla-boyun-egmeyen-delikanlisi-881697-1.

BOKS HEVESİ

Orta sonda boksa heves eder. Hayatında hiç kavga etmiş değilse de bir gün bir haksızlığa dayanamamış bir kişiyi dövmüştür. Soruyorum:

- Boks merakı nereden?

Kıs kıs gülerek şunları söylüyor:

- Yurtseverlikten. Gazetelerde okuyorum, Joe Frazier maçı kazandı milyon dolarlar alır. Kaybeden de ondan biraz azını alır. O da iyi para. Türkiye’nin de birçok borcu var ABD’ye. İşte ben boksta kazanacağım parayı fırlatırım yüzlerine “Alın işte Türkiye’nin borcu diye!” Çocuksu, nahif yurtseverlik işte. Fakat sonra bilinçlenince anladım, bu hazinenin altı delik, fareler yemiş orayı!

Sınıf çelişkilerini yaşayarak gördükçe zihni açılır.

Bir komşu kızı vardır. Figen Hanım çocukluk aşkıdır. Mahalleden arkadaşlar. Bu sevda sürüp gidecektir.

Okula gitmekten hep mutludur:

- Ortaokulda okuduğum Yıldırım Beyazıt Ortaokulu o tarihlerde (55’te) solcu öğretmenlerin sürgün yeriymiş. İşte Hürrem Arman, Rauf İnan, Osman Korkut, zehir gibi öğretmenler. Onlardan çok şey öğrendim. Okumaktan başka umarı yoktur. Karayollarının lisanslı boksörü olur, iş de verirler, okul harçlığı…

-Sonra Gazi Lisesi, Türkiye’nin en sıkı liselerinden. Hocaların her biri kitap yazmış. Arif Nihat Asya, edebiyat dersimize girerdi. Ayrı yazılacak ki’leri bitişik yazmışsan, çok iyi bir şey yazmış bile olsan sıfır verirdi.

Lise biter Fen Fakültesi Matematik bölümüne başlar. Düzgün bir iş gerekiyor. 1961 yılında Milli Birlik Komitesi’nden Suphi Gürsoytrak’a mektup yazar, tanışırlar, ona kendini tanıtır, üniversiteye devam etmesi için iş lazımdır. Ona güven duyarlar ve kütüphanede işe başlar. Kısa sürede işe uyum sağlar, zaten okumaya çok meraklıdır. O zaman kırk bin kitap! Gözünde çok büyük. Yerini bulmuştur. “Tam bir kütüphaneci olayım” der. Fen Fakültesi ikinci sınıftan ayrılır. DTCF Kütüphanecilik bölümüne başlar. Orada da dört elle sarılır, okur, çalışır.

ÇALIŞKAN KÜTÜPHANECİ

Zaman geçer, artık Meclis Kütüphanesi’nin müdürüdür. Dikkati ve titizliği takdire değer, bir anısını anlatıverir:

-O zaman Meclis’te bilgisayar yok. Dolayısıyla benim kendiliğimden tuttuğum bir akıl defteri var. Ne sorulabilir, düşüncesiyle Meclis’in çalışmasına, gidişatına karşın not ettiğim bir kara kaplı defter. Daha sonra Meclis’teki görüşmeleri de izliyorum makamımdan. Rahmetli Muammer Aksoy Adalet Partililerle ilgili önemli bir konuşma yapıyor. İçerde görevli kişiye işaret ederek not kağıdına, Ali Rıza, kütüphane altına da istediği şeyleri yazmış. Bir yandan da konuşmaya devam ediyor. Çünkü süresi 5-10 dakika arası. Kütüphane ile Meclis kürsüsü arasında da 150 metre kadar mesafe var. Kavas koşarak geldi. Uzattı kağıdı. Belgeyi verdim hemen ve belgeyi gösterdi konuşma bitmeden.

-TBMM’de kütüphaneci olmak hiç kolay değildi. Eleştiriler çoktur. Düşünsel anlamda tamamen karşıt olduğunuz insanlara bir bakıma hizmet ediyorsunuz. Hiç kimseye ayrım yapmadım. 12 Eylül döneminde sürgün edilecekler listesindeydim. Şikayetler ve kışkırtmalar eksik olmadı. O zor günlerde çok soruşturmuşlar beni. Herkes demiş ki, “Solcudur ama iyidir. İnsan kayırmaz..."

-Anılası karşılaşmalar da olurdu. Biri gelir bir gün, çocuklukta aynı yaylaya giderlermiş. Mehmet Haberal, yanındakilere onu “Çobanlık arkadaşım” diye tanıştırır. Cumhuriyet'in ücra köylerden gelen çocuklara sağladığı imkan dersen, böyle bir hikâye işte.

karadeniz-in-asla-boyun-egmeyen-delikanlisi-881701-1.
Ali Rıza Cihan yıllarca gazetemizin Ankara Bürosu’nda emek verdi.



DEVRİMCİ OLMAK…

Anlatıyor bilgece:

-Yaşamımı anlattım. Zor geldim bugünlere. Zaten yapım böyle, haksızlığa dayanamıyorum. Anladıkça durumu, sosyalist düşünceye yönlendim.
Tane tane devam ediyor:

- 27 Mayıs Anayasası bugünküyle kıyaslanamaz demokratik hak ve özgürlükler getirmişti. Öylece gençliğin ve işçi sınıfının örgütlenmesinin yolları açılmıştı.

-Kendimi solun saflarında gördüm. Orada başladım ve bilirsin yolumuzda devam ediyoruz. Bugünün koşullarına uygun olarak elbette mücadele ediyoruz. Ancak ilk kıvılcımı, ilk ateşi oradan aldım.

-Hiç umutsuzluğa kapılmadan, üzüntülü anlarımız da olsa…

Duraksadı yutkundu,

-Yoldaşlarımızı…

Bir süre konuşamadı, baktım gözleri dolu dolu olmuştu, sesinin titremesini gizlemeye çalıştı, devam etti;

-Kıyımlarda, Kızılderelerde, sehpalarda, hayın kurşunlarda kaybetsek bile mutlaka bir gün kazanacağız.

-Devrimci Yol, Tandoğan’da on binlerle miting yaptı, hep birlikte yürüdük. Yaşlısı, genci, kadını erkeği... Yöresel mücadeleyi de yaptık. Karadeniz’de çayda sömürüye karşı çıktık. Benim tabii bir taraftan da yöresel derneklerde de görevim oldu. Hemşin Kültür Derneği’nin kurucuları arasındaydım. Birçok arkadaş Mamak’ta tutsak oldu. Meclis’ten birkaç arkadaşla birlikte, Halkçı Parti’den arkadaşlarla Süleyman Genç’le lojistik destek olarak davaları izlerdik. İçeride olanların ailelerine maddi manevi destek olmaya çalıştık. Halkevleri’nde çalıştım. Sonra vakıflarda kurucu olarak bulundum. Diğerleri için fazla detaya girmiyorum.

Figen Hanım ile “66’da nişanlandık. 67’de evlendik” diyor. “Ebru” derseniz gözleri parlar, gurur duyduğu kızı da toplumsal mücadele içinde bir hekimdir.

MÜCADELE BİTMEDİ

-Çok zor. Bu düzeni değiştirmek istiyorsun, mücadele ediyorsun, bir taraftan da düzenin en öndeki aktörleriyle de temastasın. Onlarla aynı yerde çalışmak zorundasın. Zor olmakla beraber mücadeleden geri durmadık. 12 Eylül’ün en karanlık günlerini dayanışma içinde atlattık. Benim yoldaşlarım tutsak orada, ben ise buradayım. Hep suçlu da hissettim. Şikayetler, gammazlamalar devam etti. 12 Eylül’de daha da arttı. Benim yoldaşlarım işkencelerde öldü. Hain kurşunlarda öldü. Ölmemiş olanlar da Mamak zindanlarında çile çekti. Onun için de ben tehdidi falan kale almıyorum. Ama onlar beni, ben onları bilerek yaşamını sürdürdüm.

DEMOKRAT VE BirGün

-1979 Demokrat gazetesini çıkardık. Girişimine ben de katıldım. Daha sonra gazeteyle serüvenim BirGün Ankara Büro’da devam etti. BirGün’ü çıkarmaya başladığımızda yeni emekli olmuştum, 64 yaşındaydım. Gazeteye uğradığımda Doğan Tılıç oradaydı. “Aha müdür geldi” dedi, başladım. Epey sıkıntı yaşadık. Arkadaşlar habere çok kez yürüyerek, bazen otobüsle, dolmuşla giderdi. Çok ender taksiye bindiler. Maaşları zaten az. Paraları kalmıyor. Ben de idari sorumlu olduğum için yüklendim çok şeyi. Dedik “Yeter ki yürüsün." BirGün çok zorluk yaşadı ama ayakta kaldı. 18’e girdik. Ben gazetede çalışırken sabah 5’te kalkar 8'de gazetede olurdum. Neden olurdum? Ararlardı, cevapsız olmazdı. Halen beni arayanlar var.

***

Yapmam gerekeni yaptım

Gençlere önerilerim; geçmişi iyi okusunlar, anlasınlar, kavrasınlar ve bugünlere gelişin kolay olmadığını bilsinler. Bugüne değin dalgalandırdığımız bayrağı ellerinden hiç düşürmesinler. Biz ak saçlılar da mutlaka onların yanında yürümeye devam edeceğiz. Yaşım 80 ama 60’lı yılların 70’li yılların heyecanıyla devrimci yolda yürümeye devam edeceğiz. Yurdumuzda emperyalist tahakküm ve ona biat eden bir iktidar var. O yüzden işimiz zor. Durmak yok. Nefesimiz tükenene kadar bu mücadeleye devam edeceğiz.