Hepsi yaşadıkları dönemde toplumlarının sesi, öncüsü olmuş, bu özelliklerinden ötürü egemen mekanizmanın her türlü baskısını yaşamış, acısını çekmiş insanlar bunlar. İçlerinde çevre mücadelesi yürüten de var, bağımsızlık savaşı vereni de. Brecht , Galieli Galieo’da her ne kadar “kahramanlara ihtiyaç duyan toplumlara yazıklar olsun” demiş olsa da, kabul edelim ki hâlâ onlara ihtiyacımız var hepimizin. Şiir kitaplarıyla, çevirileriyle tanıdığımız İlyas Tunç da İtaatsiz Portreler’de bize, kendilerini asla kahraman olarak görmeyen kahramanları anlatıyor bu kez.

Onların görmesine gerek yok ama kelimenin tam/ tüm anlamıyla kahramandır hepsi gerçekten de; diğerlerinden en önemli farkları “ideallerinin kahramanı” olmaları tabii ki. Genellikle kısa sürmüş yaşamlarında insanlığın büyük dertlerini yüklenmiş oluşlarını hayranlıkla, takdirle okuyorsunuz. Bulundukları toplumun egemen anlayışlarına, iktidar diline, bireyi tek tipleştiren kurumlarına, ideolojik/dini tahakkümlerine itiraz eden, bunu yaparken kişisel beklenti içinde olmak bir yana kimi avantajlarından da vazgeçen insanları anlatmış bize İlyas Tunç.

Anlattıkları arasında aynı görüşü paylaşmadıklarım da var. Ama karşı çıktıkları her neyse, bunu gerçekten sadece vicdanları kabul etmediği için yapıyor oluşlarını takdir etmeme engel değil bu. Vicdan doğrultusunda tutum almak, günümüzde artık zor rastlanılan iyi bir insan tavrı çünkü. Tunç’un kitabında anlattığı kişiler “iyi insanlar”.

Yola çıkmanın bazen bireyin kendi kararı olmadığını biliyoruz. Onu bu kararı almaya iten bir dolu etken var. Kayıtsız kalamamak, haksızlık karşısında susamamak gibi özelliklere sahip olan bireyi öne atılmaya zorlayan etkenler bunlar. Gözünün önünde bir haksızlık, müdahale edilmesi gereken bir yanlışlık varsa susmak kimi insanlar için kolay değil. Sayıları çok olmayan insanlar bunlar. Çünkü susmamayı çok az insan başarır. Çünkü çoğunluk, çoğunluk olmanın dönüştürücü olduğunun farkına da varmadan üstelik, inanılmaz bir kapalılık/duyarsızlık gösterebilir olana bitene. İşte bu sayıları az olan insanlar, çoğu zaman kendilerine engel de olan o çoğunluğun çıkarı için mücadele verirler. Aklıma, Tunç’un kitabında da yer alan Nelson Mandela geliyor. Irkçı yönetime karşı olduğu kadar, o yönetimin en büyük destekçisi olan, siyahlık bilincinden yoksun işbirlikçi kabile Zulu’lara karşı da mücadele etmek zorunda kalmıştır bu büyük özgürlükçü.

Topluluk bilinci diye bir şey yoktur aslında. “Bilinç” sanılan şey toplulukları belirleyen önemli vasıflardan biri olan “faydacı”lıktır olsa olsa. Çok ama çok küçük çıkarlar için sessiz kalmayı seçen toplumlarda, Tunç’un kahramanları, onlar farkında olmasalar da içinde yer aldıkları çoğunluğun/toplumun vicdanlarının sesine dönüşebiliyorlar. Tüm bu sesleri kitabında büyük bir koro haline getirip sunuyor bize İlyas Tunç. Ellerine sağlık.

Sayılarının az oluşunun bir olumsuzluk olduğunu düşünenlerden değilim ben bu kahramanların. Zaten çoğunluk olsalardı, insana ait bir dolu sorunla karşılaşmazdık ki. Sayılarının çok olmayışı işin “fıtratı”ndan yani. Koskoca karanlığı, bütün korkutucu heybetine rağmen, küçücük bir kibrit çöpünün aydınlığı alt edebilir. Bu kahramanların toplamı büyük bir “meşale”dir kaldı ki.
Sinop’tan, kimilerine göre “merkezdışı” kalmış bu güzel yurt köşesinden, artık tarihin merhametine, yargısına bırakılmış ne kadar mücadeleci kadın, erkek varsa hepsini önümüze sermekle çok iyi bir iş yapmış İlyas Tunç. Egemenlerin yazdığı tarihlerde bu kahramanlar aslında en iyi tabirle bir “oyunbozan”dırlar. Hep güç sahiplerinin kazandığı oyunları onları dışarıda bırakmayı başaracak kadar oyunbozan.

Karadeniz’in mütevazı bilgesi Tunç’un kitabında, onlara sorsanız asla kendilerini kahraman olarak tanımlamayacak olan kahramanlar var. Kadınlı, erkekli hem de.

Şu fetihçi, hayalperest plastik kahramanlar çağında Tunç’un kitabı ne iyi geldi bilemezsiniz. Ona, Sinop’tan tüm evrene uzanan bir vefa sergileme erdemi gösterdiği için kişisel olarak teşekkür de borçluyum.

Sağ olsun.

İtaatsiz Portreler, İlyas Tunç, Dafne Kitap, 2016