İlginç bir rastlantıyla, 26 Eylül’de bu köşede çıkan “İktidar Araştırmadan Korkuyor” başlıklı yazımın üzerinden daha 24 saat geçmeden Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın şu sözlerini Yeni Şafak üst manşetten verdi:

”İktidara zarar verecekse doğruları söylemek caiz değildir.”

Yeni Şafak, yandaş basın-yayınının amiral gemisidir.

Muhafazakar-İslamcı kesimden kimi eleştiriler alsa da, kim ne derse desin, bu sözler bir gerçeği açıklıyor. Çünkü Karaman, AKP iktidarının en önde gelen ideoloğudur.


İslam Hukuku Profesörü Karaman, Siyasal İslam konusunda 1990’lı yıllardan başlayarak verdiği Ensar Vakfı konferanslarıyla yol gösterici ulema olarak öne çıktı. Yazdığı ”İslam’da İnsan Hakları, Din, Vicdan ve Düşünce Hürriyeti” adlı kapsamlı kitabında, …İslam’ın ibadet ve dünya nizamı olan kısmına da şerait derler… ”Millet” de bizim terminolojide şeriat ve din manasınadır (Ensar Neşriyat, 2. Basım, 2004 s.230-31) derken ya da çok daha yakın bir tarihte “Batıya ait demokrasinin İslam ile bağdaşmadığı görüşünü savunduğum için… diye tartışmalara girerken (Yeni Şafak, 03 Eylül 2015) Karaman, bütün bunları taçlandıran bir biçimde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından nerdeyse sürekli olarak ödüllendirildi.

“…caiz değildir” sözleri bu birikimin sonucudur.

“ZARAR VERECEKSE…”

AKP çevresi ve destekçileri bu sözlere göre çalışıyor.

Yargı, özellikle siyaset bağlantılı kararlarını iktidara zarar verip vermeyeceğine göre veriyor. Böyle olmasaydı, nice insan gibi yıllardır, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala hapis tutulabilir miydi?

Yandaş basın-yayın, üstelik son zamanlarda sayıları binlerle artırılan profesörleri de kullanarak, yine yıllardır, iktidara zarar vermemek için gerçekleri halktan saklıyor. Topluma, sürekli olarak, yalan-yanlış haber ve yorumlar pompalanıyor.

Dahası, başta işsizlik ve hayat pahalılığı olmak üzere TÜİK istatistikleri, bilimsel ölçme yöntemleri bir tarafa bırakılarak, yalnızca, iktidara zarar vermeyecek biçimde derleniyor. TCMB, enflasyon ve büyüme öngörülerini aynı amaçla yapıyor; faiz ile ilgili kararlarını, ekonomi biliminin kurallarına göre değil, iktidarın istediği yönde alıyor.

Bunlar en somut örnekler. Biraz daha derinliğine incelenirse görülür ki, geçtik dinsel vakıfları, çoğu meslek örgütleri ve sendikalar Karaman’ın istediği gibi çalışıyor. Saray’ın tüm birimleri ve bakanlıklar da öyle. Örneğin, yurt bulamayan gençlerin parklarda sabahlamasını bile polis gücüyle engelleyen İçişleri; neredeyse bütünüyle İslamcı vakıflara teslim olan Milli Eğitim; ülkeyi, Avrupa’dan ve orada geçerli değerlerden uzaklaştıran ve dış siyaseti serseri mayına dönüştüren Dışişleri ve hatta Milli Savunma başta olmak üzere tüm bakanlıklar, Karaman kuralına göre yönetiliyor.

Aslında Karaman’ın bu somut görüşleri, Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) tarafından tamamlanıyor. DİB kamu yönetiminin hemen her uygulamasında, “soyut ve anlaşılmayan” Arapça dualarla en ön sırada yer alıyor.

ASIL AÇMAZ!

AKP’nin Siyasal İslam ideolojisinin bir dokunulmazlığı var. Tarihsel, toplumsal ve siyasal gelişmelerin bir sonucu olarak, bu ideolojiye, ideolojiyle karşı çıkılmıyor; çıkılamıyor.

Neden?

Çok özet olarak, geçmişte merkez sağ iktidarların ABD ile birlikte Siyasal İslam’a verdiği destek, Soğuk Savaş’ın 1990’larda sona ermesinden sonra nitelik değiştirdi. ABD, Türkiye’yi Ilımlı İslam’ın “örnek ülkesi” olarak tasarımladı.

AKP, bu gelişmelerin ortak ürünü olarak ve özellikle de “Batı tipi demokrasiyi” benimsediğini öne sürerek iktidara geldi. Son on yıl boyunca başlangıçtaki niteliğinden çok uzaklaşmış olsa da, ideolojik ya da düşünsel olarak eleştirilemiyor. Çünkü, oluşturduğu, “kamu yönetimi”, “basın-yayın”, “üniversite” ve “DİB” dörtlüsü ile iyice sıkıştırılan ülkenin düşünce yapısıyla iktidar, kendisine karşı çıkabilecek güçlü ideolojik gelişmelere olanak vermemek için uygun deyimiyle her şeyi yapıyor.

Ülkenin, yalnız siyasetinin değil, tümüyle düşünce ortamının çöküşü bu noktada düğümleniyor.

Toplumun geleceği açısından gerçekten yaşamsal olan bu açmazın ya da kilidin, demokrasi değerleriyle ve bir an önce kırılması gerekiyor.