Yaşam talep eder. Ettikçe ataleti defeder. Sunulandan daha iyi bir yemek, tahtakurusuz bir baraka, ödenen ücretler, daha iyi ücretler, daha çok güvence, biraz daha uzun molalar… Flormar işçileri, Cargill işçileri, havalimanı işçileri ve diğer işyerlerinin işçileri bunları istediler.

Karanlığı el yazılarıyla yırtanlar

Gamze Yücesan Özdemir - Prof. Dr.

Memleket derin bir ekonomik krizin içine sürükleniyor. Ekonomik krizi analiz etmek için grafikler, sayılar, oranlar ve istatistikler hazırlanıyor, tartışılıyor. Tüm bu sayılar ve istatistiklerle ortaya konulmaya çalışılan ise son günlerde bir kağıt parçasında çarpıcı bir biçimde görünür oldu. Çalışmaktan sertleşmiş parmakların zorla kavradığı belli olan bir kalemle bu kağıt parçasına şunlar yazılmıştı: “İş cinayetlerinin çözülmesi... Ödenmeyen maaşların ödenmesi... Yatakhanelerin temizlenmesi...” Bu talepler, havalimanı inşaatının işçilerine aitti.

24 Haziran sonrası günlerde ne olduğunu tam anlayamamaktan ya da anlayıp da içine sindirememekten kaynaklı, memleketin geneline yayılmış bir hissiyatsızlık, tutukluk ve yorgunluktan bahsedebiliriz. Hayatın tam içinde var olamadan, toplantı mekanları ve/veya bilgisayar gibi ortamlarda üretilen ittifakların, ortaklıkların ve stratejik hamlelerin arasında kaybolan, yiten şey, hepimizi ilgilendiren konularda ortak bir duruş geliştirme hünerimizdir. Hünerimiz azaldıkça ataletimiz artar.

Yaşam talep eder. Ettikçe ataleti defeder. Sunulandan daha iyi bir yemek, tahtakurusuz bir baraka, ödenen ücretler, daha iyi ücretler, daha çok güvence, biraz daha uzun molalar… Flormar işçileri, Cargill işçileri, havalimanı işçileri ve diğer işyerlerinin işçileri bunları istediler. İşçi olarak istediler. Emekçiler olarak dediler. Çalışanlar olarak talep ettiler. İşçi olarak reddedildiler. Emekçiler olarak dinlenmediler. Çalışanlar olarak yüz çevrildiler.

Kriz bazı şeyleri es bazı şeyleri de teğet geçebilir ama emekgücünün sahibi olarak kabul edileni, işçiyi atlayıp da gitmez. Kış ortasında ısınma sorunu ile okul masrafları ile çarşı-pazar alışverişleri ile sağlık harcamaları ile ödenemeyen ve biriktikçe biriken borçlar ile cisimleşir emekçinin hayatında.

Ve emekçiler isteyecekler, işçi olarak isteyecekler, emekçiler olarak diyecekler, çalışanlar olarak talep edecekler. Ve eğer işçi olarak reddedilirlerse, emekçiler olarak dinlenmezlerse, çalışanlar olarak yüz çevrilirlerse itiraz edecekler. Kolektif olarak itiraz edecekler. Anlaşılır ve cılız sözleri birikecek, ekmek derdinde olanların tartısıyla ölçüldüğünde haklı ibaresini gösterecek. Ve böylelikle itiraz gerçekleşecek, öyle düşünün. Yani, itiraz deyip geçmeyin.

Söz konusu itirazları anlamaya, sahiplenmeye ve örgütlemeye dönük önümüzde iki önemli uğrak var. İlki tesis edildiği iddia edilen hegemonyanın haklı itirazlar karşısında kırılganlığını saptamak. İkincisi, emeğin yaşam alanını, emekçilerin talepleri ile donatmak.

Neoliberal hegemonyanın kırılganlığı
Siyasal iktidarın işçi sınıfından aldığı desteği açıklamak için ekonomik, siyasal ve kültürel/ideolojik alanda tesis edilen neoliberal hegemonya çok tartışıldı. İşçi sınıfının rızasını üretmeye dönük hegemonya olgusunu ekonomik yapı ve üretim ilişkileri ile kültürel/ideolojik ilişkilerin bütünlüğünde kavramak kritiktir. Son yıllarda popüler olduğu üzere hegemonyayı yalnızca üstyapıda oluşan söylemsel bir unsur olarak ele almak, gerçekliğin açıklanmasında önemli eksiklikler barındırır. Diğer bir deyişle, hegemonya altyapı ve üstyapıda inşa edilir ve  bu yapısal uğraklar arasındaki organik birliğin sağlanması ile kurulur.

Hegemonya, rıza ve zoru içeren çelişkili bir doğaya sahiptir. Çelişki nosyonu, hegemonyanın anlaşılmasında ve aşılmasında belki de en önemli bileşendir. Zira yekpare ve homojen bir hegemonya yaklaşımı, kavramı kendi maddiliğinden koparacağı gibi onun aşılmasının yöntemsel ve siyasal araçlarını da düşünce ufkundan uzaklaştırır.

Çelişki, hegemonyanın sürekli yeniden üretilmesi gerekliliğine ve onun kırılganlığına da işaret eder. Bu anlamda hegemonya çelişkilerle doludur ve mücadeleye tabidir.

Son yıllarda, siyasal iktidarın işçi sınıfı üzerinde hegemonya tesisi sürecinde zoru ve baskıyı yaratan unsurlar olarak işsizlik ve güvencesizlik, dayanışmanın ve örgütlülüğün zayıflığından bahsedilebilir. Bu baskıcı süreç, kaygıyı, endişeyi ve korkuyu artırarak kendini yeniden üretmektedir.

Rıza ise kendini iki biçimde gösterir. Süreci benimseme ve katılma durumunda aktif rızadan, ses çıkarmama ve karşı çıkmama durumunda pasif rızadan bahsedilebilir. Pasif rıza, çoğu zaman korku ve kaygı ikliminin bir sonucu olarak “ehven-i şer” olarak ortaya çıkabilecekken, aktif rıza iktisadi, siyasi ve ideolojik boyutlara sahip çok bileşenli düzenekler içerisinde biçimlenir. Bazen kitlelerin endişelerini karşılayan politikalar, bazen sosyal yardımlar, din kurumunun desteği, eğitimin manipülasyonu ya da başka unsurlar örnek olarak verilebilir.

Gelecek günlerde gözlemlenecek sosyal yardımların azalması, bankalardan kredi almanın zorlaşması, işten atılmaların artması, uzun işsizlik deneyimleri vb. gibi yıpratıcı süreçler rıza üretiminde sıkıntılar yaratabilecek, hegemonyanın kırılganlığını arttırabilecektir. Hegemonyanın kırılganlığının artması onun kendiliğinden dağılacağı anlamına gelmez. Mevcut hegemonyanın zayıflatılması, onun kırıldığı, çatladığı, yarıldığı noktalarda yeşerecek başka imkanları, olanakları var etmekle ve karşı-öneriler getirebilmekle mümkündür. Bu ise, son günlerdeki işçi direnişlerinin gösterdiği gibi, gerçek hareketi gören, onunla buluşan, onu büyüten süreçlerle olur.

karanligi-el-yazilariyla-yirtanlar-515283-1.
Hegemonyanın kırılganlaştığı ve emek rejiminin sürdürülemez hale geldiği ve bu sürecin devam edeceği bu günlerde emekçi kesimlerin taleplerini ifade edemeyecek olan çevreler, işyerlerinde ve mahallerde eskisi kadar rahat olamacayacaktır. Buraları gerçek sahipleri ile buluşturmanın tam zamanıdır.

İşyerleri, mahalleler ve yaşam alanları
Son yıllarda, hem neoliberal hegemonyayı yaratma hem de emek rejiminin gerekliliklerini yerine getirmek üzere siyasal iktidar emekçilerin yaşam alanlarına doğrudan dahil olmuştu. Yerellerde yarattığı ilişki biçimleri ve dönüşümlerle toplumsal alanda doğrudan bağlar ve bağlantılar kurmuştu. Mahallelerde oluşturduğu ilişkilerle farklı sınıfsal kesimlerin gündelik hayatlarında ve yaşam koşullarında var olmuştu.

Bu ilişkiler, bir yandan kaynak dağıtan ve somut olarak hayatları değiştiren imkanlar ağıydı. Bir yandan, sınıfsal aidiyetlerin yadsındığı bir tercih, beğeni ve siyaset algısıydı. Diğer yandan ise, zayıfın geride kaldığı bir yarışta ve sonu olmayan güçler savaşı içinde bir yerlerde var olmaktı. Son yılların bu gerçekliği, birçok kişinin ağzından sıklıkla duyduğumuz şu serzenişti aslında: “70’lerde bu işyerlerinde ve mahallelerde solcular vardı.”

Hegemonyanın kırılganlaştığı ve emek rejiminin sürdürülemez hale geldiği ve bu sürecin devam edeceği bu günlerde emekçi kesimlerin taleplerini ifade edemeyecek olan çevreler, işyerlerinde ve mahallerde eskisi kadar rahat olamacayacaktır. Buraları gerçek sahipleri ile buluşturmanın tam zamanıdır. Burjuvazinin söylemleri ile hayatın gerçeklerinin çatıştığı noktaları çalışan insanların taleplerinin temsiline yönelik müdahale alanları haline getirmek önemlidir. Mahalleleri, işyerlerini ve yaşam alanlarını yeniden sahiplenmek, hayatın içinden sorular sorarak ve bu sorulara somut gerçek cevaplar üreterek mümkün olacaktır.

Bu süreci örmeye şu sorularla başlayabiliriz: Bulunduğumuz bölgede emekçilerin en ciddi sorunları nelerdir? Bu sorunların kaynakları, benzerlikleri ve özgünlükleri nasıl ortaya çıkıyor? Emekçilerle ilgili, emekçilerin çocukları ile ilgili ne gibi dayanışma faaliyetleri örgütlenebilir? (örneğin öğrencilere ücretsiz dersler, ücretsiz sağlık hizmetleri...) Emekçilerin talep ve itirazları nasıl siyasallaştırılabilir ve kendi hayatlarına ilişkin iradeleri nasıl yeniden onarılabilir?

Bu sorular yalnızca emekçilere dışsal bir kuvvetin gerçekleştireceği kurtuluş reçeteleri olarak okunmamalıdır. Bu sorular emekçilerin kendiliğinden hareketi ile bu hareketlerin örgütlenmesi sorununun da merkezinde durmaktadır. Dolayısıyla işyerlerini, hayatı ve yaşam alanlarını yeniden sahiplenmek yalnız emekçilerin değil, onları örgütleme iddiasında olan solun da içinde bulunduğu yalnızlığı aşabilmesinin başlangıç noktasıdır. Kuşkusuz yaşanılan süreçteki işçi direnişlerinin içinde var olan, umutla ve inatla onlarla olmayı seçmiş birçok kişi ve yapının direngen çabasını da görmek ve selamlamak gerekir.

Solu hayatla, hayatı da yeniden solla buluşturacak bir mücadele hattı mümkündür. Mümkündür ve tam zamanıdır.