Ursula K. Le Guin’in “Karanlığın Sol Eli “adlı kitabından esinlendim bu başlığı yazarken…  Le Guin, kitapta, yöneten-yönetilen, güçlü-güçsüz, ezen-ezilen gibi insanlığa dair zıtlıkların yer almadığı bir dünya  kurguluyor ve bu dünyada cinsiyetin bile bir farklılık oluşturmaması için iki cinsiyeti de kendinde barındıran (androjen) varlıklara  yer veriyor. Bununla, her tür zıtlık ve farklılığın “insana” ait olduğu, […]

Ursula K. Le Guin’in “Karanlığın Sol Eli “adlı kitabından esinlendim bu başlığı yazarken…  Le Guin, kitapta, yöneten-yönetilen, güçlü-güçsüz, ezen-ezilen gibi insanlığa dair zıtlıkların yer almadığı bir dünya  kurguluyor ve bu dünyada cinsiyetin bile bir farklılık oluşturmaması için iki cinsiyeti de kendinde barındıran (androjen) varlıklara  yer veriyor. Bununla, her tür zıtlık ve farklılığın “insana” ait olduğu, hepimizin insan denen soydan, özden geldiğini anlattığı ortada.

Ne yazık ki, yüzyıllardır bitmeyen kavgalarımız ve acılarımıza rağmen bunu öğrenebilmiş değiliz. Aksine, birleştirici her hikayeyi yalanlamak için kolların sıvandığı bir dünyada yaşıyoruz.

Bu konuda sağ düşüncenin, sağ politikaların başı çektiğine de kuşku yok. Çünkü varlıkları ayrılıkların körüklenmesine bağlı.  

Bu ülke de ayrılıklar ve bunlar üzerine kurulan nefret söylemlerinden çok çekti. Geçen Pazar, bu nefret ve düşmanlığın yol açtığı yeni bir olay yaşadık; Kılıçdaroğlu, şehit cenazesine gittiği köyde linç girişimiyle karşılaştı.

Nasıl olduğu, nasıl geliştiği, nasıl karşılandığı konusunda fazla söze hacet yok; her şey gün gibi ortada!… Gördüklerimiz, bir yanıyla, geçmişten bugüne gelen ülkenin “karanlıklarını“ hatırlatıyor ki, yalnız üzülmek değil utanılacak bir durum karşısında olduğumuzu düşünüyoruz; öte yanıyla bugünkü iktidar ve ektiği nefret tohumlarını düşünmeden edemiyoruz .

Tamam, Çorlu, PKK ile savaşta 70 evladını kaybetmiş, acısı büyük bir ilçe; halkın hassasiyetinin büyük olması da beklenen bir şey; ortalık biraz durulmuş görünür ve artık ölümler beklenmezken,  yeni bir evladı kaybetmenin acısı da katmerlenmiş olabilir.

Ancak, acılar ne kadar büyük olsa da,  cenazelerine gelmiş muhalefet liderine karşı bu linç girişimini ne anlamak, ne kabullenmek mümkün.

Hadi, yaşadıkları acılardan muhalefet liderini sorumlu tutmadan önce düşünmeleri, sorgulamaları gerekenler varken bunu yapmayıp hakkı yanlış yerde aramalarını bir yana bırakalım da, köy meydanında birilerini öldürme, yakma hakkını kendinde bulabilmeleri korkutucu.

Bu nedenle nasıl bu kadar vahşileştiler; bu cinnet hali nedendir diye soruyoruz kendimize.

Saldırının zamanlaması da ilginç; bu nedenle, birçoğumuza 24 haziran ile seçimin yenilendiği 7 kasım döneminde yaşananları hatırlatmakta.

Sonuç olarak bu öfke ve nefretin, bu linç girişiminin kendiliğinden olmadığı  ortada; ancak  provokasyon, olay sırasında köy dışından gelenlerin bulunması gibi sınırlı bir atraksiyondan, hatta muhalefet liderinin cenazelere katılma hakkı olmadığının çok önceden ilan etmesinin ötesinde…

Provokasyon, yıllardır beyinlere işlenen nefret tohumlarıyla ilgili.

Bir zamanlar müzakere masasına oturdukları HDP’nin şimdi terörle işbirliği yapmakla suçlanması, eş başkanlarının ve milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak siyaset sahnesinden sürülmesi, CHP’nin HDP ile ittifak yaptığı iddiaları, durmadan beka sorununun gündeme sürülmesi gibi topluma ekilen nefret tohumlarıyla….

Nefret tohumlarının sokağa dökülmeye hazır “tetikçiler” yaratması da kaçınılmaz.

Olay sırasında ve olay sonrasında takınılan umursamazlık ve küçümseyici ifadeler ya da faillerin serbest bırakılması yetmemiş gibi neredeyse kahraman pozuna bürünmeleri de yaptıklarının bilincinde olduklarını göstermekte.

Zaten tüm dünyada sağın ayrılıklardan güç topladığı, düşmanlıklara yatırım yaptığını görmemek mümkün değil. Varlıkları korku iklimine bağlı olduğu gibi, ayrılıkları körüklemenin ötesinde söyleyecekleri fazla bir şey de yok.

Kapitalizmden söz edemezler; emekten, haktan söz etmek  işlerine gelmez; insan hakları sandığa davetten öteye gitmez; eşitlik meselesine hiç giremezler, gözlerini korkutur;  insanlık diye bir şey de hiç hoşlarına gitmez; onlar için, varsa yoksa bu ırk, bu ulus, bu cemaattir!…

Sistemin ve iktidarların her başı sıkıştığında körüklediği farklılıkların ve düşmanlıkların aslında hayalimizdeki  “insanlığı“ tüketip “barbarlığı” ürettiğine kuşku yok ama “karanlığın SAĞ eli” böyle işlemekte.