Bugün kimi muhalefet partilerinin tutarsız politikalarının da beslediği karamsarlığa karşı, son derece geniş bir halk kesimi AKP iktidarından ve onun politikalarından hoşnutsuz durumda ve bu karanlık gidişe karşı bir çıkış ve çare arayışında. Bugün var olan birleşik mücadele zeminlerinin geliştirilmesi konusunda yapabildiklerimiz kadar ve belki ondan çok, bu konuda yapamadıklarımızdan da sorumluyuz

Karanlığın ve baskının yenilmesi özgürlüğün ve umudun kazanması bizim elimizde

Gerçekle algının iç içe geçtiği, daha net bir ifadeyle gerçeğin yerini algının aldığı tuhaf günlerden geçiyoruz. Türk Tabipleri Birliği’nin son derece yumuşak bir barış açıklaması yapması nedeniyle PYD-PKK’nin “paravan örgütü” olarak nitelenmesi; CHP’nin Afrin Harekâtı’na açık destek vermesine karşın sürekli olarak PKK, IŞİD gibi örgütleri desteklemekle suçlanması siyasetin gerçeklikler üzerinden değil algılar üzerinden yürütüldüğünün en açık örnekleri.

Bir de FETÖ’nün, Cumhuriyet gazetesi, CHP, sol örgütler ve solcu-devrimci kimliği çok net olarak bilinen insanlar tarafından korunup kollandığı üzerine yürütülen “tezviratlar” var ki, bu algı oluşturma politikalarının doruğu sayılabilir.

Şimdilerin yeni dilinde “algı yönetimi” olarak adlandırılan bu durum, sadece sosyal medya trolleriyle siyasetçilerin bıkkınlık veren grup toplantısı bağırtılarıyla ya da birkaç haber kanalındaki tartışma programlarının müdavimi olmuş sözde ‘uzmanların’ abukluklarıyla sınırlı kalsa sorun değil. Kitle iletişim araçları ve sosyal medya üzerinden yürütülen muazzam kampanyalarla sürdürülen bu “algı” oyununun devamı, gerçek hayatta KHK’lerle işinden edilen, OHAL koşulları altında gözaltına alınan, tutuklanan insanlarla birlikte, ülkenin ufkunu kaplayan bu kara siyasetin boğucu karanlığı olarak karşımıza çıkıyor.

Süleyman Demirel’in o meşhur “Dün dündür bugün bugündür” sözü, içinde yaşadığımız günler düşünüldüğünde gerçekten de son derece “masum” kalıyor. Fethullah Gülen Hareketi’yle AKP arasında süren balayı günlerinde Gülen’e övgüler dizen; “bitsin bu hasret” diye gözyaşları döken, “ne istedilerse verdik” diyen; Türkçe Olimpiyatları ile ilgili paralar basan en yetkili siyasetçiler ve militan gazeteciler ortada dururken; aynı insanların önüne geleni FETÖ’cü olarak suçlamaları gerçekten de trajik bir durumdur. Hele hele bu suçlamaların, hayatlarını FETÖ ile mücadeleye adamış insanlara yapılması ise trajedinin de ötesinde komik bir durumdur.

Benzer bir şeyi PKK-PYD ya da IŞİD konusunda da söylemek mümkündür. Çözüm Süreci günlerinde Abdullah Öcalan ya da PKK ile ilgili verilen demeçler, yazılan makaleler arşivlerde duruyor. PYD lideri Salih Müslim’i Türkiye’de ağırlayanlarla PYD’yi “terörist”, PKK’nin uzantısı olarak görenler yine aynı iktidar sahipleri. IŞİD konusu da benzer çelişkileri içeriyor. Koruyup kollama; “öfkeli gençler” olarak tanımlama, ardından önüne geleni IŞİD’e destek vermekle suçlama…

Ama ne türden bir algı yaratılırsa yaratılsın gerçek bütün çıplaklığıyla ortada duruyor.

Emperyalistlerin cirit attığı bir Ortadoğu’da parçalanmış bir Irak; parçalanmış bir Suriye. On binlerce insanın hayatını kaybettiği, milyonlarca insanın yerinden yurdundan olduğu bir savaş hali... Hemen yanı başında yaşanan bu savaşın bütün dramatik sonuçlarını iliklerinde hisseden, yanlış politikaların acı sonuçlarıyla yüz yüze gelen bir Türkiye…

İktidarlarını sürdürmek için milliyetçilik ve din sömürüsüne dayalı bir açık baskı rejimiyle karşı karşıyayız ve koyu bir karanlığa doğru sürükleniyoruz. En küçük protesto gösterisinin bile şiddetle bastırıldığı, her gün yeni tutuklamaların yaşandığı zor günlerden geçiyoruz.

Ancak, bütün bölgeyle birlikte ülkemizin de ufkunu kaplayan bu kara politikanın yarattığı karamsarlığa rağmen elbette umutsuz ve çaresiz değiliz. Çünkü onların tarihteki bütün örneklerinin akıbeti, insanlığın ortak tarihsel hafızası olarak aklımızda. Çünkü yalan ve kara politikanın karşısında gerçeğin gücüne inanıyoruz. Kötülük ve zalimliğe karşı iyiliğin ve barışın gücüne inanıyoruz.

Bugün kimi muhalefet partilerinin tutarsız politikalarının da beslediği karamsarlığa karşı, son derece geniş bir halk kesimi AKP iktidarından ve onun politikalarından hoşnutsuz durumda ve bu karanlık gidişe karşı bir çıkış ve çare arayışında. Bugün var olan birleşik mücadele zeminlerinin geliştirilmesi konusunda yapabildiklerimiz kadar ve belki ondan çok, bu konuda yapamadıklarımızdan da sorumluyuz.

Önümüzdeki dönemde en önemli iş; OHAL koşullarında, seçim güvenliğini ortadan kaldıran uygulamalarla ve türlü oldu bittilerle İslamcı bir rejim inşa etmek isteyenlere karşı, mücadelenin olmazsa olmaz koşulu, birleşik bir mücadele hattını hayatın her alanında ilmek ilmek örmektir.